tarih saati: bulgaristana satılan osmanlı arşivleri ve kaybolan tarihi mirasımız... üçüncü bölüm...

“ Kuru Ot ve Paçavra Fiyatına, Okkası Üç Kuruş On Paraya ” Bulgaristan’a Satılan Osmanlı Arşivi ve Yok Olan Arşivler
Dr. Adil ÇELİK – Üçüncü Bölüm


4. Vakıf Mallarını Talan Etme Gayreti


Asırlık tarihi kaynaklarının “haraç mezat”(28) satılmasının altında ki diğer nedenlerinden biri de vakıf mallarını ele geçirme gayretinin olma ihtimalidir. Vakit Gazetesi’nin 30 Mayıs 1931 tarihli sayısında yer alan Vamık Şükrü Beyin tespitleri oldukça dikkat çekicidir.
Vakıf Tarihi üzerine 7 ciltlik bir eser hazırlayan ve bu eserin üçüncü cildi üzerinde çalışırken bir uzman olarak Vakit Gazetesinin sorularını cevaplayan Vamık Bey, “ Lozan muahedesi mucibince Yunanistanda kalan şehirlerdeki evkafın hukuku mahfuz tutulacağından bu evkafın tespiti için üç sene evvel evkafta bir komisyon teşekkül etmişti ” hatırlatmasını yaptıktan sonra çeşitli tespitler yapmaktadır.(29)

Vamık Beyin anlattığına göre; komisyon çalışmalarına başladıktan sonra Tapu dairesinin mahzenlerinde Evkaf Dairesinde kaydı olmayan 2000 vakfiyenin olduğu tespit edilmiştir. Çok değerli olan bu Vakfiyelerin kaybolmaması ve vakıflarla ilgili kayıtlarda birleştirilmesi için Evkaf Dairesine teslim edilmesine karar verilmiş. Bu konuyla ilgili yazışmalar yapılmış, ancak Tapu Dairesi bu kayıtların Evkaf Dairesine verilmesiyle kıymetlerinin azalacağı ve hem iddia edildiği gibi kayıtları 2000 değil “bir kaç tane” vakfiyeden ibaret olduğunu iddia etmiştir.


Bu şekilde kayıtların Evkaf Dairesine teslim edilmesini önlemiştir. Buna rağmen komisyon Evkaf Dairesine yeniden yazarak vakfiyelerin sayısının iki bin olduğunu ve bu kıymetli kayıtların mutlaka alınması gerektiğini söylemiş(30) ise de bu feryadı duyan olmamıştır.


Burada, Tapu Dairesinin cevabı tam bir ibret abidesi niteliğindedir. Bir kere konusunda uzman bir komisyonun üç yıl çalışmasıyla tespit ettiği vakfiyelerin sayısının 2000 değil ancak “bir kaç tane ”olduğunu söylemenin akılla mantıkla izah edilir bir tarafı yoktur...


Diğer yandan vakfiyelerin bu iş için kurulmuş bir kuruma teslim edilmesiyle değerinin düşeceği iddiası aklın sınırlarını zorlayan hezeyandan başka bir şey değildir. Bütün bunlardan daha vahimi, adeta ipe un sererek vakfiyelerin Evkaf Dairesine teslimini önleyen kişinin Bulgaristan’a satılan hazine evrakı satış komisyonun başkanı olması, sonrada Evkaf dairesine devredilmeyen bu vakfiyeler Bulgaristan’a satılan evrakların içinde yer almasıdır.

Bu olayları nakleden muhabir bir tarihçiye atfen, “Kale içerden alınır, düsturu demek pek yerinde imiş. Yazık!” sözleriyle yazısına son vermektedir.(31)


5. Olaya Adı Karışanların Ceza Almadan Kurtulmaları


Bu olayda ibretlik olan hususlardan bir diğeri de olaya adı karışanların hiçbir ceza
almadan kurtulmuş olmalarıdır. Konuyla ilgili haberlerde yürütülen soruşturma için “heyeti teftişiyenin raporunda kıymetli evraktan bir kısmının satılmış olduğunu bildirdiği muhakkak olmakla beraber, hakiki mahiyeti hakkında ketum davranılmaktadır ” yorumları yapılmıştır.(32)

Muhtemelen bu ketumiyet sanıkların zamanla unutulmasını ve yıllar sonra Recep Peker Hükümeti döneminde çıkarılan bir afla kurtarılmasını sağlamıştır.(33)


Burada dikkati çeken bir diğer hususta, tarih yağması iştirakçilerinden dönemin İstanbul Defterdarı Şefik Bey ve maliye elamanlarının her şeye rağmen takındıkları pişkince tavırdır. Defterdar Bey, satılan evrakın “ yazısız, kıymetsiz kâğıt parçaları ve eski cetveller olduğunu ” beyan ederken, satış işi ile uğraşan bir başkâtip “ Bu kâğıtlar boştur. Hem bunlar satılmasa orada çürüyecekti ” (34) diyerek yaptıkları işin doğru olduğunu akıllarınca savunmaya çalışmışlardır.


Satış organizasyonun başında bulunan Maliye Müsteşarı Ali Rıza ise, bu evrakları
yaksaydık kimsenin ruhu duymayacaktı, oysa biz satarak cüzi de olsa devlete gelir sağladık, takdir beklerken şimdi yargılanıyoruz şeklinde(35) kendini savunarak, ayrı bir pişkinlik örneği sergilemiştir. Neyse ki yıllar sonra çıkarılan afla ceza almadan kurtulan Müsteşar, umduğu takdiri geçte olsa almıştır herhalde(!)

6. Vurdumduymazlık ve Diğer Arşivlerin Yok Olması


Atalarımızın yüzyıllardan beri gözleri gibi baktıkları arşivlerin(36) çok ilginç bir şekilde
İttihat ve Terakki’nin devlet idaresinde etkinliğini artırmaya başlamasından itibaren sağa sola atılmaya ve yağmalanmaya başlanması oldukça dikkat çekicidir. Vakit Gazetesinin 14 Haziran 1931 tarihli sayısında depolardaki tarihi evrakların haraç mezat satılmasını birinci facia olarak nitelendirirken, depolarda bekleyen evrakın nem ve küf gibi doğal nedenlerin, aymazlık ve vurdumduymazlığın gibi insan hatalarıyla günden güne yok olmasını ikinci facia olarak nitelemektedir.

Gazete; “ evrakların paçavra fiyatına satılmadan kurtulması demek mahvolmaktan kurtulması demek değildir ” tespitini yapmaktadır.(37)


Evrak yakma geleneği ve arşivlerin kıymetini takdir etmedeki kapasite yetersizliği
değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir;

6.1. Harbiye Nezareti Evraklarının Enver Paşa Tarafından Yakılması


Kendi geçmişiyle yüzleşme cesaretini gösteremeyen ve geçmişteki yaptıklarıyla
milletin önüne çıkmaktan korkan İttihat Terakki’nin başındaki Enver Paşa, bilinçli olarak arşivleri yakmıştır. İstanbul’un hangi mahzen ve deposunda nasıl evrakların olduğunu sıralayan Posta Gazetesi 28 Mayıs 1931 tarihli haberinde;

“ Yıldız sarayında Sultan Osman devrine ait çok kıymetli vesikalar vardı. Meşrutiyetten sonra bunları bir kısmı Babıâli hazine-i evrakına nakledilmiş, bir kısmı da harbiye nezaretine getirilmişti. Harbiye Nezaretine getirilen vesikalar Enver Paşanın harbiye Nazırlığı zamanında geceleri yakılmak suretiyle imha edilmiştir ”, denilmektedir.(38)


6. 2.Ayasofya’nın Papaz Odalarındaki Evrakın Boşaltılması

Vurdumduymazlığın ve bürokraside “ ortalığı temizlemektense, pisliği halının altına
süpürme geleneğinin ” bir sonucu olarak, evrakların tahrip olmasına sebep olan olaylardan bir diğeri de Alman İmparatorunun II. Abdülhamit zamanındaki İstanbul ziyareti sırasında yaşanmıştır.

İmparator, Ayasofya Cami’sini gezerken papaz odalarına da uğrar, buradaki evrakı
görür diye, evrak çuvallara doldurularak Cami’ye bitişik olan İmarethane binasına kaldırılmıştır. İmparator gittikten sonra bir kısım evrak papaz odalarına geri getirilmişse de diğerleri rutubetli odalarda bekletilmiş, küf ve kimyevi tesir nedeniyle yazılar çakı ile oyulmuş gibi kâğıtlardan ayrılmış, evrak adeta dantele dönmüştür.(39)

6.3. Mahzenlerin Perişan Durumu, Yanan ve Kaybolan Evraklar


Arşivlerin Bulgaristan’a satılması olayından sonra, Başvekâlet Müdevvenat Müdürü
Emrullah Barkın, tarafından 1932 yılında İstanbul’da bulunan evrakların durumu ile ilgili bir Rapor hazırlanmış, bu Rapor Başbakanlığa sunulmuştur. Rapordaki tespitler tarihi evrakların içler acısı durumun gözle önüne sermektedir. Bu Raporda yer alan bazı tespitler aşağıdaki gibidir;(40)

1.
Barkın, öncelikle nerede ve tür evrakın olduğu belirtmektedir. Örneğin, Cevdet Paşa Kütüphanesinin altlı-üstlü iki katında bulunan 600 arabadan fazla evrak Topkapı Sarayına nakledilmiştir. Fakat burada bir düzenleme yapılmamış, “ Evrak kütüphanenin ortasında, yığılı ve yayılı, perişan bir vaziyettedir ”.

2.
Dahiliye ve Şurayı Devlet mahzeninde bulunan evraktan, Dahiliye evrakı pek bakımsızdır.

3.
Ayasofya Camiinde bulunan bir kısım evrak “ camiin yukarı katına isal eden garb cephesindeki labrent dahilinde perişan bir sürette yerlere yığılan evraktır. Bunlarda mahiyeten evvelkilerin aynıdır (yanı; ferman, defter, müstediyat, ilamat, müsveddat). Açık pencereden tesiratı havaiye maruzdur. Ayasofya evrakının miktarı da bir milyonu geçer”

4.
Barkının Bulgaristan’a satılan evrakların bulunduğu Maliye Mahzeni evrakları için tespitleri tam yürek parçalar niteliktedir. “ Bulgaristan’a giden evrak buradan satılmıştır. Evrak Mukaddema mahzenin mathalinde atılı bir halde bulunmakta idi. Şurada zikredeceğim sebepler geri alındığı rivayet olunan bu evrakı kamilen kıymetten düşürmüştür.

Evvela, satılmadan evvel pek uzun olan methalinde perişan bir halde yığılan ve
yayılan bu evrak hapishane jandarma halalarının mecrası patlayarak bu evrakın azamını telvis etmiş, berbat bir hale getirmiştir. ”

Başka bir ifade ile Barkın, “ evrakların üzerine jandarma binasından lağım akmış, her şey pislik olmuş durumdadır ”, demektedir.


5. Mülga Meşihat Sicilyatıyla ilgili olarak, “Teşkilattan sonraki kadılık ve muamelatına ait olarak evrak ve vesaik ile, taşra kadılıklarına ait evrak ve İstanbul’un fethinden itibaren tedrisata ve müderrislere mebanii ilmiyeye ve hayriyeye ait kuyudat ve programlar ve ruznameler maalesef Babı Meşihat binasında teşkil edilen Kız Lisesi yangınında kamilen mahvolmuştur ”.

6. Darphanedeki evraklar vaktiyle yerinden alınarak Enderun ve tarihi Kubbealtı binasına nakledilmiş, oradan da maliye mahzenindeki evrakların yanına taşınmıştır. Uzmanlara göre Bulgaristan’a satılan evrakların arasında maalesef bu evraklarda bulunmaktadır. Yine Anadolu ve Rumeli de çıkan maden ocaklarını gösteren belgelerde Bulgaristan’a satılan evrakların arasında yer almıştır.

Özet olarak bu hususları sıralayan Barkın, evrakların zayii olmasına neden olan
hususları belirttikten sonra, yapılması gerekenlere değinmekte, o günün şartlarında evrakı koymaya yer bulamayan hükümete, 20–25 dolayında cemaati kalmış, Sultanahmet Camii’nin arşiv olarak kullanılmasını tavsiye etmektedir. Osman Ergin’in “Muallim Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi” adlı eserinde Cevdet Beyden naklettiği bir lahiya da ki(41) tespitlerde Barkın’ın tespitlerinden farklı değildir. Bu lahiya da Muallim Cevdet Defterhane evrakları ile ilgili tespitlerini şöyle anlatmaktadır;

“…Eski tapu defterleri eslafın elinde sapa sağlam muhafaza edildiği halde bundan dört sene evvel defterhaneye gelen lakayt bir muavinin cahilâne reyile rutubetli, bacasından kar ve yağmur giren bir zindana atılmıştır. Zerre kadar vicdanı olan bir insanın kıyamayacağı bu vesikalar tamaile mahva mahkûm bırakılmış ve kimsenin nazarı dikkatini bile celbetmemişken, şikâyetim üzerine Hamit Zübeyir Bey maarif vekâleti vasıtasile maliyeye müracaat edip bunları muvakkaten müzeye naklettirmiş ve nihayet Başvekâletçe müzeden aldırarak tasnif edilmek üzere hazine evrakına gönderilmiştir(42).


Lahiyanin ilerleyen sayfalarında M. Cevdet, diğer evrakın perişan durumlarına değinmektedir. Örneğin, askeri evrakın 100–400 senelik bölümlerini barındıran Cevdet Paşa Kütüphanesinin olduğu Bekirağa bölüğünün Üniversiteye terk edilmesiyle buranın yıkıldığını, evrakın ancak bir kısmı Sultanahmet’te ki Süleymaniye askerlik şubesine nakledildiğini, kalan evrakın tam 10 gün cayır cayır yakıldığını anlatmaktadır. Başbakanlığın bu konudaki sorusuna dönemin Milli Müdafaa Vekâleti maalesef “ lüzumsuz evrak ” cevabını vermiştir.

Yine Eski Milli Eğitim Bakanlığın mahzenlerinde korunaklı şekilde duran evrakın çoğu meşrutiyetten sonara güya Donanma Cemiyeti yararına okkası 20 paradan satılmış, birkaç milyon dolayında olan Adliye evrakları önce bir yangında tahrip olmuş kalanı da “dört büyük koğuşla apteshane aralıklarına tıkılmış olup pencerelerden atılacak bir sigara ile tutuşmaya meyyaldir.

Hatta kapısı bile açık olup bekçisiz duruyor ”,(43) vaziyettedir. -------------------------------------------------------------------------------------------------
28 Açık Söz Gazetesi, 22 Mayıs 1936, 1,2. sayfa

29 Vakit Gazetesi, 30 Mayıs 1931, 3. sayfa

30 Vakit Gazetesi, a.g. sayı 3. sayfa

31 Vakit Gazetesi, a.g. sayı 3. sayfa. Vakıf mallarını talan etme geleneği yıllar sonrada devam etmiştir. 2000 yılında Osmanlı Arşivine ait belgeler SEKA’nın çöplüğünde bulunmuştur. 1911 yılında İstanbul'da iki milyon parsel bulunduğunu belirtilirken, bunun bir milyon parselinin vakıf malı olduğunu, bugün ise İstanbul'daki parsel sayısının 50 bin olduğuna dikkat çekilmektedir.
(Kaynak: Abdullah MURADOĞLU, www.yenisafak.com.tr/arsiv/2000/haziran/18/)

32 Milliyet Gazetesi, 29 Mayıs, 1931, 3. sayfa
33 Köprü Dergisi, Kasım 1982, 11. sayfa (s.244)
34 Vakit 19 Mayıs, 1931, 1,2. sayfa (s.12-13)
35 Ergin, a.g.e., s.125
36 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü eski Yardımcılarından Necati Gültepe’ye göre; Osmanlı’da tutulan kayıtlara o kadar önem verilirdi ki, arşivler devletin üç hazinesinden biri sayılırdı. Sabah mesai başladığında büroların arşivleri Sadrazamın mührü ile açılır, akşam yine onun mührü ile devletin üst düzey bürokratlarının katıldığı bir merasimle kapanırdı. Hiçbir evrak atılmaz, çok sistematik bir şekilde saklanırdı (Kaynak: Necati Gültepe, “Osmanlılarda Bürokrasi: Merkezin Yönetimi”, Osmanlı Teşkilat 6, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, s.249)
37 Vakit Gazetesi, 14 Haziran 1931, s.1
38 Son Posta Gazetesi, 28 Mayıs 1931, 3. sayfa
39 Vakit Gazetesi, 14 Haziran, 1931, 2. sayfa
40 Barkın, a.g. Rapor. s.2
41 Lahiye Muallim Cevdet Bey tarafından hazırlanıp, 16 Eylül 1934 tarihinde Türk Tarihi Tetkik Cemiyetine sunulmuştur ( Ergin, a.g.e, s.27)
42 Ergin, a.g.e., s.129
43 Ergin, a.g.e, s.131

internet kitapçınız kitapyurdu.com'dan binlerce kitaba ulaşabilirsiniz.

0 yorum:

Yorum Gönder

Copyright © 2008 - tarih saati - is proudly powered by Blogger
Smashing Magazine - Design Disease - Blog and Web - Dilectio Blogger Template