Tarihçi yazar Mustafa Armağan`ın gündeme getirdiği çarpıcı belgeler Sultan II.Abdulhamid'in bu alana da el attığını ve bor madeninin önemini bundan bir asır önce farkettiğini bize gösteriyor ve Sultan'a duyduğumuz hayranlık bir kat daha artıyor...
Abdülhamid`in "bor"u kaptırmama mücadelesi...
Bor madeniyle ilgili yığınla spekülasyon yapıldığını biliyorsunuz. Türkiye`nin, hatta dünyanın geleceği bor madenine bağlıdır diyenler dahi çıkıyor. Bordan uçak gövdesi yapımından füze yakıtına kadar pek çok ileri teknoloji ürününde yararlanıldığı biliniyor.
Hatta hatırlarsınız bor yüzünden 2007 yılında ABD`nin Türkiye ile savaşa gireceği üzerine romanlar bile kaleme alınmıştı. Ancak II. Abdülhamid`in bor madenini yabancılara kaptırmamak için verdiği mücadele pek bilinmez. Bu yazıda arşiv belgelerine dayanarak 10 yıl kadar devam eden bu mücadeleden bazı kesitler sunacağım.
Ancak bilmemiz gereken bir şey varsa bor madeninin Türkiye`de oldukça erken keşfedildiği ve ilk maden çıkarma izninin, daha 1865 yılında, yani Abdülaziz devrinde Desmazures(Dömazür) isimli bir Fransız`a 20 yıllığına verildiğidir. İşte bor madeninin dünyada en bol bulunduğu yerlerden biri olan Balıkesir`in Susurluk ilçesinin Sultançayırı bölgesindeki bu madenin işletme imtiyazı, Hanson adlı bir İngiliz ile Giove(Cove) adlı bir İtalyan uyruklu girişimcinin iştahını kabartır ve onun civarında başka bir madenin imtiyazını almak için harekete geçerler. Fakat Fransız işin peşini bırakmaz ve Mart 1880`de Fransız Elçiliğini harekete geçirerek bunu protesto eder.
Tabii ucu Babıali`ye uzanan işlerden Abdülhamid`in haberdar olmaması düşünülemez. Rekabetin kızışması üzerine madenden başlangıçta yüzde 5 rüsum (vergi) alınırken, bu oran 4 kat artırılmış ve tam yüzde 20`ye çıkarılmıştır. Böylece yabancı şirketlerin işi zorlaştırılmakta, adeta imtiyazını aldıkları bu madenleri kendiliklerinden terk etmeleri arzulanmaktadır. Belgelerden 1884 yılına doğru bor çıkarmak isteyen şirketler arasındaki rekabetin adeta kapışmaya dönüştüğü görülmektedir.
Çözüm olarak maden sahasındaki işletmelere `Paydos!` denilmişse de, bu da ortalığın yatışmasına yetmemiştir. Çünkü yasaklamaya rağmen bor, bu defa kaçak yollardan, arpa vs. eşya arasına konularak yurt dışına kaçırılmakta, ocakta bekletilen madenler de ayrı bir gelir kaybına sebep olmaktadır.
Hanson-Cove şirketi ise işin peşini bırakmak niyetinde değildir. Şirket 1887 yılına geldiğimizde Osmanlı maliyesinin de zor durumda olmasından istifadeyle cazip ödeme teklifleri sunarak yeni bor imtiyazları koparmak için uğraşmaktadır. Nitekim bu cazip teklifler Danıştay(Şûra-yı Devlet) tarafından kabul edilmiş olup Bakanlar Kurulu`nca da onaylanmıştır. Şimdi sıra bir kişiyi ikna etmeye gelmiştir. Kim olduğunu tahmin ettiniz sanırım: Sultan Abdülhamid. Ondan da bir `irade` koparıldı mı, iş tamamdır.
Başbakanlıktan Yıldız Sarayı`na yazılan ve iki harita eklenerek gönderilen tezkerede bu hususta Padişah hazretleri her ne emir ve ferman buyururlarsa onun hükümlerine göre hareket edileceği belirtilmekteydi. Takvimler, 9 Şubat 1887`yi gösteriyordu. Bu tarihten 3 ay sonra, 20 Nisan 1887 tarihli bir başka belgeden öğreniyoruz ki, saraydan bu konuda herhangi bir emir çıkmamıştır. Çünkü Sultan II. Abdülhamid, Nuh demiş, peygamber dememiştir. Bu yabancı şirketlere bor imtiyazını kaptırmamaya kararlıdır ve bu yüzden Babıali`nin kararını imzalamayıp savsaklamakta, tabir caizse buza yatırmaktadır.
Su uyur düşman uyumaz, derler. Şimdi İngiltere Büyükelçisi devrededir ve türlü övgüler düzerek Abdülhamid`den yardım istemektedir. Ancak Osmanlı çıkarlarına aykırı olduğuna inandığı bu irade bir türlü çıkmaz. Çünkü Abdülhamid, bor madeni üzerinde oynanan oyunların farkında olacak kadar uyanık bir yöneticidir.
Nihayet Yıldız Sarayı`ndan beklenen karar, 1889 yılında yine aynı yerde başka bir bor madeninin imtiyazı için çıkar. Bilin bakalım kime? İngiliz veya İtalyan girişimcilere değil elbette. Aşağıda orijinalini verdiğimiz belgeye bakılırsa Abdülhamid, artık bor madeni imtiyazlarını yerli üreticilere, özellikle de kendisine yakın olan paşalara vermeye başlamıştır. Bunun amacı da elbette bu değerli madenin kendisinin kontrol edebileceği insanların elinde durmasıdır. Zaten kapitülasyonlarla başı yeterince dertte olan devleti yeni bir sorun yumağına daha gömmemektir.
İşte Başbakanlık Arşivi`nde bulunan (Yıldız Prk. Bşk. Dos.16/ Göm. 53) o belgenin sadeleştirilmiş hali ;
" Hüdavendigâr vilayetinde, Karesi sancağında, Fart nahiyesinde, İldiz ve Aziziye köyleri civarında, doğusunda Ilıca yolundaki Kapalıdere içinde Sulucek mezarlığı ve kuzeyinde Sulucek ince yolu boyunca Arnavud Ağılı ve Germe Kaya ve batısında Küplü deresindeki köprüye ve oradan da Sultançayırı`ndan gelen caddede biri İldiz`a ve diğeri Hanson-Cove şirketine giden yoldan kesildikleri noktaya kadar ve güneyinde söz konusu noktadan adı geçen şirketin sınırı boyunca Kapalıdere`de sonlanan sınır dahilinde yaklaşık olarak 1500 dönüm arazide çıkacağı düşünülen borasit madeni imtiyazının usul ve nizamı dairesinde padişah hazretlerinin değerli yaverlerinden ve büyük mareşallerinden Fuad Paşa hazretlerine verilmesi onun verdiği dilekçe üzerine çıkan padişahın irade-i seniyyesi gereğidir. 23 Ağustos 1889. "
119 yıl bile geçmiş olsa Abdülhamid`den çıkıp uçak gövdesindeki bora dokunabilirsiniz. (Son belge hariç, diğer bilgiler Hayri Mutluçağ`ın `Belgelerle Türk Tarihi Dergisi`nin Ekim 1967 tarihli ilk sayısındaki yazısından yararlanılmıştır.)
Ey koca Sultan !... Bir asır öncesinden hissettiğin şeyleri biz daha yeni farkediyoruz... Senin ferasetin ve büyüklüğün karşısında, kendi küçüklüğümüzü ve cahilliğimizi daha çok hissediyoruz...