Birinci Dünya Savaşı'nda boğazları kolaylıkla aşacaklarını sanan itilaf devletleri, Türklerin üstün savaş gücü ve inancını hesaba katmamışlardı. İngilizler iki yüz beş bin, Fransızlar kırk yedi bin zayiat verdiler. Bizim zayiatımız ise, şehit, yaralı ve hasta olmak üzere iki yüz elli iki bine ulaşmıştı. Kahramanca savaşan Türk askeri düşmanlarını bile kendine hayran bıraktı. Bu savaşta bir kolu ile ayağını kaybeden Fransız bir generalin anlattıkları bunun en güzel örneklerindendir.
General yurduna döndüğünde savaş anılarını anlatmasını talep ederler. Söze; " Fransızlar böyle mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirler!..." cümlesiyle başlaması üzerine, bir gazetecinin daha ziyade milliyetçilik etkisi altında sorduğu : " Neden iftihar edebilir mişiz ? " sorusuna, o, dünya savaş ve insanlık tarihine altın harflerle yazılacak vasıfta manidar bir menkıbeyle cevap verir ;
General yurduna döndüğünde savaş anılarını anlatmasını talep ederler. Söze; " Fransızlar böyle mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirler!..." cümlesiyle başlaması üzerine, bir gazetecinin daha ziyade milliyetçilik etkisi altında sorduğu : " Neden iftihar edebilir mişiz ? " sorusuna, o, dünya savaş ve insanlık tarihine altın harflerle yazılacak vasıfta manidar bir menkıbeyle cevap verir ;
" Çünkü, Türkler tam bir erkek gibi döğüşüyor ve savaş şartlarına riayet ediyorlar. Hiç unutmam, savaş sahasında döğüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel aynı topraklar üzerinde Fransızlarla Türkler süngü süngüye gelip, her iki taraf da ağır zayiat vermişti. Bu sırada gördüğüm bir sahneyi ömrüm boyunca unutamayacağım.
Yerde bir Fransız askeri yatıyordu, onun yanı başında da bir Türk askeri vardı. Dikkat ettik, Türk askeri kendi gömleğini yırtmış, Fransız askerinin yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu!. Tercüman vasıtasıyla aramızda su konuşma geçti ;
- Niçin, öldürmek istediğin düşmanına yardım ediyorsun ? Mecalsiz bir halde bulunan Türk askeri cevap verdi ;
- Bu yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi. Dilinden anlamıyorum ama, her halde annesi olacak. Demek ki, onun bekleyeni vardı. Benim ise kimsem yok. Ölsem ne çıkar ? Onun için istedim ki, o kurtulup anasının yanına gitsin !..
Bu asil duygu üzerine hüngür hüngür ağlamaya başladığımda, emir subayım Türk askerinin ceketinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaranın yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim. Türk askerinin göğsünde, bizimkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir avuç ot tıkamış, kanamasına mani olmak istemişti. Az sonra ikisi birden öldüler... "
Asım der ki ;
Türk'ün kahramanlık ve yiğitlik destanları anlatmakla bitmeyecek kadar çoktur. Amma tarihi böylesine kahramanlıklarla dolu olup da, barbarlık yapmadığı halde barbar diye anılan, soykırım yapmadığı, hatta soykırıma maruz kaldığı halde soykırım yaptığı iddia edilen, tarihi değerlerine ve kültürüne sahip çıkmayan, başka milletlerin hayranlıkla okuduğu ve araştırdığı muhteşem tarihini kendi çocuklarının bilmediği başka bir millet de yoktur sanırım... Ne yazık ki böyle...
0 yorum:
Yorum Gönder