Yavuz Sultan Selim, uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kemikli, omuzlarının arası geniş, yuvarlak başlı, kırmızı yüzlü, uzun bıyıklı ve yiğit bir padişahtı. Sert tabiatlı ve cesurdu. Kuvvetli bir ilim tahsili yapmıştı.
Babası Sultan İkinci Bayezid padişah olduktan sonra, Şehzade Selim'i, devlet ve askeri sevk ve idare konusunda yetişmesi için Trabzon'a Sancak Beyi olarak gönderdi. Trabzon'u çok güzel idare eden Şehzade Selim'in bu arada komşu devletlerle de ilişkisi oldu.
Valiliği sırasında Trabzon halkını rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. En önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına kattı.
Çok güzel ata biniyor, devrin en meşhur silahşörlerini alt edecek kadar iyi kılıç kullanıyordu. Güreşmekte, ok ve yay yapmada üstüne yoktu. Harpten hoşlanmakla beraber çok ince bir ruha da sahipti. Mütevazi bir kişiliğe sahip olan Yavuz Sultan Selim, her öğün yemekte tek çeşit yemek yerdi ve ağaçtan tabaklar kullanırdı. Gösterişten hoşlanmaz, devlet malını israf etmezdi. Babasından devraldığı tatminkar hazineyi ağzına kadar doldurdu.
Yavuz Sultan Selim'in tüm bu vasıflarının yanında, üstün zeka ve diplomasi yeteneği de takdire şayandır. İran Şah'ı ile Yavuz Sultan Selim arasında geçen bir olay bu konuya güzel bir örnektir.
Yavuz Sultan Selim Han döneminde, İran hükümdarı Şah İsmail, kıymetli mücevherler ile dolu bir hediye sandığı gönderiyor, hünkâra. Sandık açılır. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkar. Fakat, sandık açılır açılmaz, etrafa pek fena bir koku yayılır. Önce, hiç kimse bir anlam veremez, nadide mücevherler ile dolu sandıktaki bu fena kokuya. Sonra, mesele anlaşılır. Sandığın dibine insan dışkısı doldurulmuş. Yani, Şah İsmail, aklı sıra, cihan padişahına hakaret ediyor!
Cihan padişahı emir verir, “Herkes düşünsün, bu edepsizliğe, Osmanlı’nın şanına yakışacak şekilde bir mukabelede bulunmalıyız.“ ve çözümü yine kendisi bulur. Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatılır. Sandığın içine, o zamanın en nefis gül kokulu lokumlarından hazırlanmış bir kutu yerleştirilir. Kutunun altına da, bir satırlık yazıdan ibaret pusula (not) iliştirilir. Hediye sandığı, itina ile süslendikten sonra, Şah İsmail’e gönderilir.
Sandık, Şah’ın huzurunda açılır. Sandık açılır açılmaz, etrafa mis gibi gül kokusu yayılır. Mücevher vs. gibi hediyeler takdim edildikten sonra, Osmanlı Elçisi Şah’ın tedirgin olmaması için, önce kendisi tatmak kaydıyla büyük bir saygı ve nezaketle, Şah İsmil’e lokumdan ikram eder. Bilâhare, görevliler, huzurda bulunanlara teker teker ikram etmeye başlarlar, lokumdan. Şah, bütün bu olup bitenlere bir anlam veremez. Osmanlı Elçisi, Şah’ın şaşkınlığını gidermek için, lokum kutusunun altına iliştirilmiş mütevazı pusulayı uzatır. Pusulayı okuyan Şah’ın yüzünde, bu sefer, şaşkınlığın yerini büyük bir utanç ifâdesi alır:
“İsmail, herkes yediğinden ikram eder.”
Atalarımızla ne kadar övünsek azdır. Hiçbir şey yapamasak bile, onların hayatlarını, yaptıklarını öğrenmek ve öğretmekle onlara olan saygımızı göstermiş olabileceğimizi umuyorum. Diplomasi ile uğraşanlara öğretilmesi gereken güzel bir ders doğrusu...
Valiliği sırasında Trabzon halkını rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. En önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına kattı.
Çok güzel ata biniyor, devrin en meşhur silahşörlerini alt edecek kadar iyi kılıç kullanıyordu. Güreşmekte, ok ve yay yapmada üstüne yoktu. Harpten hoşlanmakla beraber çok ince bir ruha da sahipti. Mütevazi bir kişiliğe sahip olan Yavuz Sultan Selim, her öğün yemekte tek çeşit yemek yerdi ve ağaçtan tabaklar kullanırdı. Gösterişten hoşlanmaz, devlet malını israf etmezdi. Babasından devraldığı tatminkar hazineyi ağzına kadar doldurdu.
Yavuz Sultan Selim'in tüm bu vasıflarının yanında, üstün zeka ve diplomasi yeteneği de takdire şayandır. İran Şah'ı ile Yavuz Sultan Selim arasında geçen bir olay bu konuya güzel bir örnektir.
Yavuz Sultan Selim Han döneminde, İran hükümdarı Şah İsmail, kıymetli mücevherler ile dolu bir hediye sandığı gönderiyor, hünkâra. Sandık açılır. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkar. Fakat, sandık açılır açılmaz, etrafa pek fena bir koku yayılır. Önce, hiç kimse bir anlam veremez, nadide mücevherler ile dolu sandıktaki bu fena kokuya. Sonra, mesele anlaşılır. Sandığın dibine insan dışkısı doldurulmuş. Yani, Şah İsmail, aklı sıra, cihan padişahına hakaret ediyor!
Cihan padişahı emir verir, “Herkes düşünsün, bu edepsizliğe, Osmanlı’nın şanına yakışacak şekilde bir mukabelede bulunmalıyız.“ ve çözümü yine kendisi bulur. Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatılır. Sandığın içine, o zamanın en nefis gül kokulu lokumlarından hazırlanmış bir kutu yerleştirilir. Kutunun altına da, bir satırlık yazıdan ibaret pusula (not) iliştirilir. Hediye sandığı, itina ile süslendikten sonra, Şah İsmail’e gönderilir.
Sandık, Şah’ın huzurunda açılır. Sandık açılır açılmaz, etrafa mis gibi gül kokusu yayılır. Mücevher vs. gibi hediyeler takdim edildikten sonra, Osmanlı Elçisi Şah’ın tedirgin olmaması için, önce kendisi tatmak kaydıyla büyük bir saygı ve nezaketle, Şah İsmil’e lokumdan ikram eder. Bilâhare, görevliler, huzurda bulunanlara teker teker ikram etmeye başlarlar, lokumdan. Şah, bütün bu olup bitenlere bir anlam veremez. Osmanlı Elçisi, Şah’ın şaşkınlığını gidermek için, lokum kutusunun altına iliştirilmiş mütevazı pusulayı uzatır. Pusulayı okuyan Şah’ın yüzünde, bu sefer, şaşkınlığın yerini büyük bir utanç ifâdesi alır:
“İsmail, herkes yediğinden ikram eder.”
Atalarımızla ne kadar övünsek azdır. Hiçbir şey yapamasak bile, onların hayatlarını, yaptıklarını öğrenmek ve öğretmekle onlara olan saygımızı göstermiş olabileceğimizi umuyorum. Diplomasi ile uğraşanlara öğretilmesi gereken güzel bir ders doğrusu...
1 yorum:
Bunları okuyupta geçmişi özlememek mümkün mü?Ne güzel sölemiş Ulu Hunkar.Akif'in dediği gibi: "Yarab beni gül devrimde yaratsam ne olurdu!"
Yorum Gönder