Yıllarca Avrupalı ve hatta yerli basının bir kısmı tarafından Osmanlı Padişahları’nın Harem’de zevk içinde yaşadıkları, Harem’deki kadınların da lüks bir hayat sürdükleri vb… saçma sapan iddialar ileri sürülmüştür. Harem hem dünya, hem de Türkiye’de genç nesillere bu şekilde yanlış aksettirilmiş ama gizemli dünyasıyla Harem, hep merak edilen konulardan birisi olagelmiştir. Konuya ışık tutacak bir hatıra ile Harem’in gizemli dünyasında kısa bir yolculuk yapmak ve bir padişahla eşi arasında geçen bir hatıraya tanık olmak ister misiniz ?...
İşte Mustafa Armağan’ın “ Geri Gel Ey Osmanlı “adlı kitabından, II. Abdülhamid ve eşi Fatma Pesend Sultan arasında geçen olay ve bir padişah hanımının fedakarlığı ;
Son günlerde kocası II. Abdülhamid’in kaygılı ve sıkıntılı olduğu gözünden kaçmamıştır Fatma Pesend Sultan’ın. Hükümdar daha az konuşmakta, daha az gülmekte, daha az yemektedir…
Dudağını bükerek, ‘Var bu işin içinde bir şey ama...’ diye geçirir derinlerinden. Yegane kızının babası, gözü gibi baktığı hünkar hazretlerinin başı her zaman yeterince derttedir ya, bu seferki daha bir farklı herhalde diye düşünür…
İyi ama nedir Sultan II. Abdülhamid’i bunca geren olay ? Öğrenmeye kararlıdır Fatma Pesend Sultan; lakin nasıl öğrenecek, konuya nereden giriş yapmalıdır ?...
Müsait bir vaktini kollamaya başlar o günden sonra. Geç vakit Mabeyn’den, yani daireden dönüşünü bekler Hünkâr’ın. Yorgun argın Harem dairesine girdiğinde onu güler yüzle karşılamaya çıkar. Ancak kendisini fark ettiremez. Kocası, yemeğini alelacele yedikten sonra bu kez haremdeki çalışma odasına geçmiş ve orada yalnız başına kalmıştır. Kahyası kahvesini söylemeye çıkmış, oda bir an için boşalmıştır. Huzura girmek için müsaade ister Fatma Sultan. Müsaade hemen gelmiştir…
İşte masasında oturmuş, yine dalgın, yine düşüncelere yelken açmıştır kocası. Onu daldığı kuyudan çıkarmak istemez ya, bu haline de uzun süre dayanamaz. Kendisini fark ettirmek için önündeki uzun masayı hafifçe tıklatır. Çalışma masasındaki dalgın fesli baş, onu ancak o zaman fark eder. Sakallı çehre, onu görünce elinde olmadan gülümser…
“ Geliniz buraya ” der kendisine. Halini hatırını sorar, yine “siz”li hitaplarla. Kimseye “sen” diye hitap ettiğini duyan olmamıştır daha. Evlatlarına dahi “siz” diye hitap eder ve “sizli” konuşmaya teşvik eder etrafını. Bunun insan ilişkilerine bir ciddiyet, bir vakar kattığını düşünmektedir Sultan...
“ Geliniz buraya ” sözü Fatma Pesend Sultan’ı uçurmuştur adeta kocasının yanına. Biraz sonra kapının çalındığı duyulur; kahvesi gelmiştir. İki fincan vardır zarif tepside, bir de ağzından buhar tüten cezve. İlk yudumu çekerken Abdülhamid Han göz ucuyla hizmetkara bakar. Kaşıyla kendilerini yalnız bırakmasını işaret eder. Artık baş başadırlar…
Padişah, bir arzusu olup olmadığını sorar genç eşinden. “ Sağlığınızı dilerim haşmetmeab ” diyebilir Fatma Sultan. Dili dolaşmamıştır, sevinir buna. “ Son günlerde sizi daha ziyade endişeli görüyorum. Sanki sizi üzen bir şeyler var. Öğrenmemizde mahzur yoksa, lütfen merakımı mazur görünüz ” der…
Önce bir şey olmadığını söyleyerek onu geçiştirmeye çalışır. Ancak eşinin ısrarları karşısında anlatmak zorunda kalır olan bitenleri…
Fransızlar Osmanlı Devleti’nin vaktiyle Lorando ve Tübini adlı iki bankerden aldığı ve bir türlü ödeyemediği 500 bin altın tutarındaki borca karşılık, Osmanlı hakimiyetindeki Midilli adsının postanesini işgal etmiştir. Borç ödenene kadar da adadan çıkmayacaklarını söylemişlerdir. İşin garibi bu borcu, tam çeyrek asır önce, daha kendisi tahta çıkmadan evvel amcası Abdülaziz’i tahttan indirmek için Midhat Paşa ile Serasker Hüseyin Avni Paşa almıştır ve Abdülaziz’i öldürmeye kadar giden bu sefil darbenin finansmanı için kullanılan parayı ödemek içinden gelmemiştir bir türlü Sultan II.Abdülhamid Han’ın. Ama işte borç kapıya dayanmıştır…
Devlet ya Fransa’yla savaşı göze alacak ya da borcunu kuzu kuzu ödeyecektir. Fakat hazinede yeterli para yoktur ve işin kötüsü, bu haksız işgalle Devlet-i Aliye, cümle alemin diline düşmüştür. Kulislerde Osmanlı’nın parasının suyunu çektiği söylenir, kredi musluklarının kapanması ve zar zor döndürülen hazine çarkının tamamen durması an meselesidir…
Fatma Pesend Sultan işin ucucun paraya dayandığını anlayınca biraz rahatlar. “ Biz aile değil miyiz ? Ailelerde dertler de saadetler kadar ortak değil midir ? “ der…
Hünkar eşinin lafı nereye getirmek istediğini anlar. Ama Fatma Sultan ; “ Babamdan biraz miras kalmıştı. Onları satıp sıkıntınıza sebep olan paranın bir kısmını ben ödemek istiyorum “ der…
Sultan üzülerek kabul edemeyeceğini söyler. Çünkü eşinden alacağı parayı geri ödeyip ödeyemeyeceğinden emin değildir…
Ama eşi ısrarlı ve hatta inatçı çıkar. Bunu borç olarak değil, devlete olan borcunu ödemek için verdiğini söyler ve ; “ Bu devlete benim borcum yok mu sanıyorsunuz ? Onu geri isteyen kim ? “ der…
Padişah oldukça duygulanmıştır ama yine de kabul etmek istemez ve ; “ Bakınız Pesend Sultan, çok gençsiniz. Önünüzde uzun yıllar var. Benim fazla miras bırakacak durumda olmadığımı biliyor olmalısınız. Hayatın bin bir cilvesi vardır “ der…
Sanki 7-8 yıl sonra olacakları tahmin ediyormuş gibi, “ Yarın neler olacağını biliyor muyuz ? Alamam bu parayı “ der…
Laf geleceğe dönünce Fatma Pesend Sultan iyice coşar. Kendi malı devletin değil midir sanki ? “ Tutalım ki her şeyimizi kaybettik. Ben razıyım yine de her şeye “ der…
Sultan II.Abdülhamid bir yandan vatan toprağı olan Midilli’yi düşünür, öbür yandan eşinin asil fedakarlığını. Bir avuç da olsa vatan toprağını kurtarmak her şeyden önemli değil midir ? Çaresiz eşinin teklifini kabul etmek zorunda kalır…
Genç kadın ertesi günü baba evine gidip büyük bir çanta ile geri döner. Bir yandan da Dışişleri’nde Fransızlarla pazarlıklar başlamış, gecikme faizleriyle birlikte 75o bin altına yükselen borç, 502 bin altına düşürülür, sonuçta büyük kısmı Fatma Sultan’dan gelen paralar sayesinde bir vatan parçası daha kurtarılmıştır…
Harem’in Padişahların insani zevklerini tatmin için bir araya getirilmiş güzel hanımlar ve cariyelerden oluştuğunu sanan ve buna benzer iftiralarla Osmanlı Devleti’ni, Osmanlı Kültürü’nü, Padişahlarını ve Osmanlı Devleti’ne ait her şeyi karalamaya çalışanlara sormak istiyorum ;
Siz veya eşleriniz, Türkiye Cumhuriyeti için böyle bir fedakarlık yaptınız mı hiç ? Veya sizden böyle bir fedakarlık yapmanız istense, ne cevap verirdiniz ?...
İşte Mustafa Armağan’ın “ Geri Gel Ey Osmanlı “adlı kitabından, II. Abdülhamid ve eşi Fatma Pesend Sultan arasında geçen olay ve bir padişah hanımının fedakarlığı ;
Son günlerde kocası II. Abdülhamid’in kaygılı ve sıkıntılı olduğu gözünden kaçmamıştır Fatma Pesend Sultan’ın. Hükümdar daha az konuşmakta, daha az gülmekte, daha az yemektedir…
Dudağını bükerek, ‘Var bu işin içinde bir şey ama...’ diye geçirir derinlerinden. Yegane kızının babası, gözü gibi baktığı hünkar hazretlerinin başı her zaman yeterince derttedir ya, bu seferki daha bir farklı herhalde diye düşünür…
İyi ama nedir Sultan II. Abdülhamid’i bunca geren olay ? Öğrenmeye kararlıdır Fatma Pesend Sultan; lakin nasıl öğrenecek, konuya nereden giriş yapmalıdır ?...
Müsait bir vaktini kollamaya başlar o günden sonra. Geç vakit Mabeyn’den, yani daireden dönüşünü bekler Hünkâr’ın. Yorgun argın Harem dairesine girdiğinde onu güler yüzle karşılamaya çıkar. Ancak kendisini fark ettiremez. Kocası, yemeğini alelacele yedikten sonra bu kez haremdeki çalışma odasına geçmiş ve orada yalnız başına kalmıştır. Kahyası kahvesini söylemeye çıkmış, oda bir an için boşalmıştır. Huzura girmek için müsaade ister Fatma Sultan. Müsaade hemen gelmiştir…
İşte masasında oturmuş, yine dalgın, yine düşüncelere yelken açmıştır kocası. Onu daldığı kuyudan çıkarmak istemez ya, bu haline de uzun süre dayanamaz. Kendisini fark ettirmek için önündeki uzun masayı hafifçe tıklatır. Çalışma masasındaki dalgın fesli baş, onu ancak o zaman fark eder. Sakallı çehre, onu görünce elinde olmadan gülümser…
“ Geliniz buraya ” der kendisine. Halini hatırını sorar, yine “siz”li hitaplarla. Kimseye “sen” diye hitap ettiğini duyan olmamıştır daha. Evlatlarına dahi “siz” diye hitap eder ve “sizli” konuşmaya teşvik eder etrafını. Bunun insan ilişkilerine bir ciddiyet, bir vakar kattığını düşünmektedir Sultan...
“ Geliniz buraya ” sözü Fatma Pesend Sultan’ı uçurmuştur adeta kocasının yanına. Biraz sonra kapının çalındığı duyulur; kahvesi gelmiştir. İki fincan vardır zarif tepside, bir de ağzından buhar tüten cezve. İlk yudumu çekerken Abdülhamid Han göz ucuyla hizmetkara bakar. Kaşıyla kendilerini yalnız bırakmasını işaret eder. Artık baş başadırlar…
Padişah, bir arzusu olup olmadığını sorar genç eşinden. “ Sağlığınızı dilerim haşmetmeab ” diyebilir Fatma Sultan. Dili dolaşmamıştır, sevinir buna. “ Son günlerde sizi daha ziyade endişeli görüyorum. Sanki sizi üzen bir şeyler var. Öğrenmemizde mahzur yoksa, lütfen merakımı mazur görünüz ” der…
Önce bir şey olmadığını söyleyerek onu geçiştirmeye çalışır. Ancak eşinin ısrarları karşısında anlatmak zorunda kalır olan bitenleri…
Fransızlar Osmanlı Devleti’nin vaktiyle Lorando ve Tübini adlı iki bankerden aldığı ve bir türlü ödeyemediği 500 bin altın tutarındaki borca karşılık, Osmanlı hakimiyetindeki Midilli adsının postanesini işgal etmiştir. Borç ödenene kadar da adadan çıkmayacaklarını söylemişlerdir. İşin garibi bu borcu, tam çeyrek asır önce, daha kendisi tahta çıkmadan evvel amcası Abdülaziz’i tahttan indirmek için Midhat Paşa ile Serasker Hüseyin Avni Paşa almıştır ve Abdülaziz’i öldürmeye kadar giden bu sefil darbenin finansmanı için kullanılan parayı ödemek içinden gelmemiştir bir türlü Sultan II.Abdülhamid Han’ın. Ama işte borç kapıya dayanmıştır…
Devlet ya Fransa’yla savaşı göze alacak ya da borcunu kuzu kuzu ödeyecektir. Fakat hazinede yeterli para yoktur ve işin kötüsü, bu haksız işgalle Devlet-i Aliye, cümle alemin diline düşmüştür. Kulislerde Osmanlı’nın parasının suyunu çektiği söylenir, kredi musluklarının kapanması ve zar zor döndürülen hazine çarkının tamamen durması an meselesidir…
Fatma Pesend Sultan işin ucucun paraya dayandığını anlayınca biraz rahatlar. “ Biz aile değil miyiz ? Ailelerde dertler de saadetler kadar ortak değil midir ? “ der…
Hünkar eşinin lafı nereye getirmek istediğini anlar. Ama Fatma Sultan ; “ Babamdan biraz miras kalmıştı. Onları satıp sıkıntınıza sebep olan paranın bir kısmını ben ödemek istiyorum “ der…
Sultan üzülerek kabul edemeyeceğini söyler. Çünkü eşinden alacağı parayı geri ödeyip ödeyemeyeceğinden emin değildir…
Ama eşi ısrarlı ve hatta inatçı çıkar. Bunu borç olarak değil, devlete olan borcunu ödemek için verdiğini söyler ve ; “ Bu devlete benim borcum yok mu sanıyorsunuz ? Onu geri isteyen kim ? “ der…
Padişah oldukça duygulanmıştır ama yine de kabul etmek istemez ve ; “ Bakınız Pesend Sultan, çok gençsiniz. Önünüzde uzun yıllar var. Benim fazla miras bırakacak durumda olmadığımı biliyor olmalısınız. Hayatın bin bir cilvesi vardır “ der…
Sanki 7-8 yıl sonra olacakları tahmin ediyormuş gibi, “ Yarın neler olacağını biliyor muyuz ? Alamam bu parayı “ der…
Laf geleceğe dönünce Fatma Pesend Sultan iyice coşar. Kendi malı devletin değil midir sanki ? “ Tutalım ki her şeyimizi kaybettik. Ben razıyım yine de her şeye “ der…
Sultan II.Abdülhamid bir yandan vatan toprağı olan Midilli’yi düşünür, öbür yandan eşinin asil fedakarlığını. Bir avuç da olsa vatan toprağını kurtarmak her şeyden önemli değil midir ? Çaresiz eşinin teklifini kabul etmek zorunda kalır…
Genç kadın ertesi günü baba evine gidip büyük bir çanta ile geri döner. Bir yandan da Dışişleri’nde Fransızlarla pazarlıklar başlamış, gecikme faizleriyle birlikte 75o bin altına yükselen borç, 502 bin altına düşürülür, sonuçta büyük kısmı Fatma Sultan’dan gelen paralar sayesinde bir vatan parçası daha kurtarılmıştır…
Harem’in Padişahların insani zevklerini tatmin için bir araya getirilmiş güzel hanımlar ve cariyelerden oluştuğunu sanan ve buna benzer iftiralarla Osmanlı Devleti’ni, Osmanlı Kültürü’nü, Padişahlarını ve Osmanlı Devleti’ne ait her şeyi karalamaya çalışanlara sormak istiyorum ;
Siz veya eşleriniz, Türkiye Cumhuriyeti için böyle bir fedakarlık yaptınız mı hiç ? Veya sizden böyle bir fedakarlık yapmanız istense, ne cevap verirdiniz ?...
1 yorum:
hadi ordan sende buna inanmıyorum
Yorum Gönder