“ Kuru Ot ve Paçavra Fiyatına, Okkası Üç Kuruş On Paraya ” Bulgaristan’a Satılan Osmanlı Arşivi ve Yok Olan Arşivler
Dr. Adil ÇELİK – İkinci Bölüm
2. Arşivin Satılması, Cehalet mi? Yoksa Komplo mu?
Konuyla çeşitli şekillerde ilgilen insanlar akıllara durgunluk veren bu olayı izah etmede zorlanmış ve o günlerde bunun cehaletten mi yoksa bir komplodan mı kaynaklandığı üzerinde durulmuştur. Baskülle tartılıp, ot fiyatına satılan tarihi belgelerden bir kısmının sokaklara dökülüp çocukların ve çöpçülerin eline geçmesi ve bu durumun Ankara’ya bildirilmiş olmasına rağmen, dönemin İstanbul Defterdarı Şefik Beyin hala “satılan evrakın yazısız, kıymetsiz kâğıt parçaları ve eski cetveller olduğunu”(13) iddia etmesi adeta hayretle karşılanmıştır.
Bir kısım gazeteler bazen kara mizah örneği olarak, mahzenlerde bulunan evraklar için “aman görmesinler satarlar”(14) veya tarihi belgelerin satılmasını “ister inan ister inanma”(15) şeklinde okuyucularına duyururken, Milliyet Gazetesi, olayı Köprülüzade Fuat Beyin ağzından;
“…bu memleketin haysiyeti maneviyesi için en büyük cürümdür. Dünyada hiçbir milletin kendi tarihi vesaikini sattığı görülmemiştir. Ortada bir salahiyeti tecavüz meselesi vardır. Bu satış ancak sevki cehaletle yapılmıştır”(16) şeklinde okuyucularına duyurmuştur.
O dönemdeki bazı gazete haberlerinde ise satışın cehaletten çok bir komplo olma ihtimali üzerinde durulmuştur. Milliyet Gazetesinin 21 Mayıs 1931 tarihli sayısında, satılan evrakların bakkal ve saire eline geçmemesi için Maliye Vekâletinin evrakı alana, bunu yurtdışına çıkarma şartını koyması, ihalenin İzzet Bey adında bir müteahhitte kalmasına rağmen, onun namına bir Musevi’nin evrakı tesellüm etmesi konularına değinmiştir. Yine Osmanlı döneminde Manastır milletvekilliği yapan Galatasaray Lisesi mezunu ve çok iyi Türkçe konuşan Bulgar Generali (albay) Pancedorf’un, (Panço Doref) evrak satılmadan önce Bulgar tarihi ile ilgili olarak Osmanlı Arşivlerinde araştırma yapmasıyla, evrakın Bulgaristan’a satılması arasında bir bağlantının olabileceği ihtimali üzerinde durulmuştur.(17)
Bu iddialardan sonra, çok garip bir şekilde Milliyet Gazetesi “anlaşılıyor ki bu meselenin iç yüzü evvelce yazıldığı şekilde değildir” ifadeleriyle ağız değiştirerek, satış işlemini yapanlardan birinin “Ayrılan evrak Arap harfleriyle yazılıdır, Bunların içinde Tuna ve Silistre’ye ait hesap defterleri varsa da kıymetsizdir” şeklindeki sözlerini sütunlarına taşımış(18) ve daha sonraki yayınlarını da bu doğrultuda sürdürmüştür.
3. Arşivlerin Satılmasında Maliye Bakanlığının Sorumluluğu
Aslında olup bitenler cehaletten ziyade tarihi yok etmeye yönelmiş bir planın uygulanması ve bu işi yapanların suçüstü yakalanması şeklinde yorumlanmıştır. Bulgaristan’a satılan evrakları arabalara yüklenirken gören ve bunu gazetesine taşıyarak Türkiye’nin bu olaydan haber olmasını sağlayan İbrahim Hakkı Konyalı’ya(19) göre bu olay ihtimalin ötesinden tamamen bir komplodur. İbrahim Hakkı bu düşüncelerini 1982 yılında Köprü Dergisine verdiği röportajında şöyle dile getirmektedir;(20)
“Hazine-i Evrakta dedelerimizin fethettiği Balkanlar ve Avrupa ülkeleriyle ilgili vesikaların bulunduğunu öğrenen bir Bulgar albayı, Cumhuriyetten sonra İstanbul’a gelmiş ve maddi menfaatler karşılığında temin ettiği bazı adamların yardımıyla en mühim evrakların bulunduğu Maliye-i hazine Evrakına girmeye muvaffak olmuştu. Bu adam Hazine Evraktaki “yıpranmış, işe yaramaz evrak” diye rapor ettirerek satın almış. Hem de öyle ki vesikaların yurt dışına şartını da mukavelenameye koydurmuş. Evrakların 1931 yılında kuru ot ve paçavra fiyatına satılarak ot balyaları gibi çemberlenmiş halde vagonlarla gönderilişine şahit oldum. Hemen alakadar kimselere müracaat ettim. Defterdarlığa da bir dilekçe vererek bunları okkasını on kuruşa satın alacağımı kıymetli olanlarını müzeye hediye edeceğimi söylediğim halde vagonlarla sevkıyatı durduramadım.”
Muallim Cevdet’in “20. asırda Hülâkû faciası”(21) dediği ve her yönüyle tarih kıyımı olan olayın meydana gelmesinde, dönemin Maliye Bakanı Mustafa Abdulhalik Renda, Müsteşar Ali Rıza ve İstanbul Defterdarı ve defterdarlıktaki diğer kişilerin bilinçli veya bilinçsiz katkıları olduğu görülmektedir. Bu şüpheyi doğrular nitelikteki hususlar aşağıdaki gibidir;
3.1. Maliye Bakanının İtiraf Gibi Açıklamaları
Bulgaristan’a evrak satış işinin Meclis gündemine gelmesi üzerine, Maliye Bakanının soru önergelerine verdiği cevaplar, olayın sıradan ve rutin evrak ayıklanması niteliğinde olduğu şeklindedir. Önceki sayfalarda verilen bu konuşma metni üzerinde durulduğunda aşağıdaki hususlar dikkati çekmektedir;
1. Maliye Bakanı arşivlerin tasnifine başlanma nedenini, yeni harflerin kabul edilmesiyle açıklamaktadır. Muhtemelen Bakanına göre yeni harfler kabul edildiğine göre eski harflerle yazılan şeylerin bir kıymeti kalmamış olmaktadır. Oysa yazı, tarihi belgelerin sadece kayıt şeklidir. Yaşanmış bir olayın Latin, Arap, Çin, Kril veya Resim yazıyla yazımlamasının onun içeriğini etkileme bakımından hiçbir önemi yoktur.
600 yıllık Osmanlı tarihinin Arap harfleriyle yazılması, Türk Tarihini kıymetten düşürecek bir husus olmadığı gibi, bunun geriye doğru düzeltilmesi gibi akıl dışı bir şey de söz konusu olamaz. Bu nedenle harfleri bahane ederek arşivleri satmak, Türk tarihine karşı beslenen olumsuz düşüncelerin bir tezahürü olarak görünmektedir.
2. Bakanın ifadelerinde anlaşıldığına göre; İstanbul’un mahzenlerde bulunan evrak bakanlık için sorun olmuştur. Bu nedenle öncelikle yakılması dönüşülmüş, sonra Bakanlığın elamanları “niye yakalım satarız maliyeye gelir elde ederiz” şeklinde parlak fikirler(!) yürütürken, kimileri satarsak bakkalların eline geçer, biri ola ki yazıları okur, sonra evrakların tarihi değere sahip olduğu anlaşılır, biz de zor durumda kalırız diye düşünmüş olacak ki, sonunda en iyisi mi yurt dışına satalım demişler. Onun içinde sözleşmeye, satılan evrakların yurt dışına çıkarılma şartını koydurmuşlar.
“Zırva tevil kabul etmez” kuralınca mantık ve muhakeme dışı bu açıklamalar, Türk Milletine karşı kurulan açık bir komplonun içinde yer almaktan başka bir şey olmasa gerektir. Bu olaydaki usulsüzlüğe adı karışan Bakanlık Müsteşarı Ali Rıza, mahkemede “Bence mesele o kadar sade ve ehemmiyetsizdir ki…” diye başladığı savunmasını, satılan hazine evrakı için,
“…Ehemmiyetsiz bile olsa(22) beş on kuruşluk bir menfaat için bu evrakın satılması…. En tabi muameleden başka bir şey değildir. … Eğer bu muayyel kıymetli kâğıtlar satılacak yerde yakılacak olsaydı satılmak süretiyle hazinenin elde ettiği beş on kuruşluk menfaat de zayi olmakla beraber kimsenin mesuliyeti de mevzubahis olmayacaktı. Kör ölür badem gözlü olur”(23)
Diyerek hem elindeki incinin kıymetine aklı ermediği için onu darı ile değiştiren horoz misali, kendi dar görüşlülüğünü ortaya koymakta, hem de eğer “evraklar yakılsaydı kimsenin ruhu duymazdı” acı gerçeğine değinerek evrakı neden yakmadığına sanki hayıflanmaktadır. İşgüzarlık örneği olarak bunca rezalete karşılık yargılanma değil takdir beklemektedir. Diğer yandan dönemin Maliye Nezareti, olayın ortaya çıkmasından sonrada bu evrak satma işine hiçbir şey olmamış gibi devam etmiştir. Bu olayın yaşandığı tarihten bir yıl sonra Maliye Bakanlığı Başbakanlığa gönderdiği yazıda (24)
“… Salifülazr emri devletleri gerek mahzenler de ve gerek devairdeki bilumum evraka şamil bulunduğu takdirde tatbikin uzun zaman temadisi halinde bu evrakı koyacak ne dolap ve ne de yer bulmak imkânı kalmayacaktır. Dört seneden beri yanlız vekâleti acizi ile Ankara defterdarlığı Tapu ve Tuz İnhisarı Umum Müdürlüklerine ait evrakın muhafazası için imal ettirilen dolaplar 950 adedine vasıl olmuş ve mahzeni evrak odaların haddi intisabisini çoktan geçmiş bulunmakla beraber badema dolaplar imaline muktazi tahsisat ve müsaade de kalmamıştır...” gerekçeleriyle lüzumsuz evrakın imhası için Başbakanlıktan izin istemiştir.
Bakanlık, devlet evrakı koyacak dolap, dolabı yaptıracak para veya yapılacak dolabı koyacak bina bulamıyor. Dolayısıyla evrakı imha edelim, bu sorundan kurtulalım demeye getirmektedir. Oysa evrakını koyacak dolabı yapmaya gücü yetmeyen devletin devletliğinden bahsedilebilinir mi? Maliye Nezareti bütün bu yaşanan olaylara rağmen adeta milletle dalga geçmektedir. Maliye Nezareti bununla da kalmamıştır. 5 Haziran 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesinin “Aman Görmesinler Satarlar” başlıklı haberinde, Müsteşarın emriyle emvali metrukeden binlerce cilt kıymetli kitabı satışa çıkartmıştır(25).
Hepsi el yazması bu kitapların satışı, kamuoyundan gelen tepkiler nedeniyle durdurulmuştur. Ancak kitapların akıbetinin ne olduğu da bilinmemektedir.
3. Bakanlığın tasnif çalışmasında evrakların değeri günlük yürütülen işlerle ilgili olup olmadıklarına göre değerlendirilmiş, evrakların tarihi değeri akla bile getirilmemiştir. Bu şekilde tasnif edilen evrakların müfettiş raporlarına göre yerinde olmasını, Bakan Bey yapılan işte usulsüzlük olmadığına delil olarak göstermektedir. Oysa mahzenlerde 500–600 yıldan beri bekleyen her evrak için atalarımızda aynı şeyi düşünmüş olsalardı, ortada evrak falan olmaz, hatta Osmanlı devleti olmaz, olsa bile ömrü “bir insan ömründen” öteye geçmeyen, çadırlardan oluşan aşiret/çadır devleti olurdu.
Bakanın tarih şuurundan uzak, geçmişten günümüze gelen bağlantıyı okuma da ki bu garip yaklaşımı, tasnif komisyonu oluşturulurken tarih konusunda uzman hiçbir kurum ve kişinin görüşüne başvurmamasında da kendini göstermektedir. Öte yandan Bakanın, “Vaktiyle bir defa ilanı meşrutiyet akabinde, sonrada mütarekeden evvel tasnif edilmiştir…” diyerek önceden de evrak tasnifinin yapıldığını söylemesi, o günün şartlarında satılmayan evrakın tasniften sonra, “acaba ne yapıldı?” sorusuyla başka yağmaları da hatıra getirmektedir.
4. Maliye Vekilinin evrakları satın alan kişilerle görüşüldüğünü ve giden evrakların tamamının iade edileceğine yönelik açıklamaları samimiyetten uzak, Meclisi ve milleti oyalamadan başka bir şey değildir. Öncelikle bu evrak, Bulgaristan’a sevk edilmeden önce Sirkeci istasyonunda vagonlarda bekletilirken birçok vatanperver şahsın konuyu yetkililere bildirmesi, hatta daha fazla para ödeyerek evrakı satın almayı teklif etmesi ve üstelik tarihi değere sahip olanları müzeye bağışlayacaklarını söylemelerine(26) rağmen sevkıyatı durduramamış olmaları Bakanın sözlerinin samimiyetten uzak ve oyalamaya olduğunu göstermektedir.
Bu oyalamaya yönelik tutum evrakın iade sürecinde de yaşanmıştır. Bir kere hemen alınacak denilen evrak iki yıl sonra ancak geri alınabilmiş, günlerce gümrükte beklemiş ve 1936 yılında kadar içinde ne var ne yok diye balyalar bile açılmamıştır.(27) Diğer yandan giden evrakın çok küçük bir kısmı, yani 40 (bazılarına göre 30) ton veya 200 balya ve 500 sandık evraktan yalnızca 53 balyalık kısmı iade edilmesine rağmen, Bulgaristan nezdinde hiçbir girişimde bulunulmamış, olay unutulmaya terk edilmiştir.
Evrakların çok az bir kısmının iade edildiği, Başvekâlet Müdevvenat Müdürü Emrullah Barkın’nın 10.07.1932 tarihinde Başbakanlığa sunduğu rapora da yansımıştır. Barkın Raporunda;
“…Saniyen evrakın satılışı Bulgaristan’a gidişi ve sebebile kıymetine noksan tarihi olmuştur. Satılan evrakın miktarı rivayete göre otuz ton olduğu halde istirdat olunanı ancak 53 çuval derununda azami yedi sekiz ton tutar. Salisen, bu nakliyattan başka gümrük ardıyalarında aylardan beri sürünmesi bir kat daha perişaniye duçar etmiştir.
Rabian, Bunları tetkike memur edilen komisyonda muhtelif edvare ve mütenevvi mevzulara ait olan bu vesikaların tarihan ve ilmen haiz bulunduğu kıymeti tarih Encümeni ve Müze İdaresi erkânına takdir ve tayin ettirmeden satmak gibi büyük bir gaflet eseri göstermiştir. Enderundan çıkarılan ve yüze yakın sandık derununda olarak on beş sene evvel buraya devredilen evrakta maalesef bu kere satılanlar meyanındadır…” demektedir.
Devlet Arşivleri Eski Genel Müdürü, İsmet Binark, 1993 yılında Bulgaristan’a yaptığı ziyarette, 1931 yılında satılan belgelerin bir kısmının tasnif edilerek Cyril ve Methodius kütüphanelerinde saklandığını bizzat görmüştür. İki ülkenin devlet arşivleri arasında işbirliği anlaşmasının da imzalandığı bu ziyarette Binark, Bulgaristan arşivlerinde 1931 yılındaki satışlarla gelen;
- 350 bin gömlek içerisinde 1 milyon belge,
- 700 adet maliye defteri,
- 405 adet icmal ve mufassal tahrir defteri,
- 200 adet şer’iye sicilinin bulunduğunu tespit etmiştir.
Dr. Adil ÇELİK – İkinci Bölüm
2. Arşivin Satılması, Cehalet mi? Yoksa Komplo mu?
Konuyla çeşitli şekillerde ilgilen insanlar akıllara durgunluk veren bu olayı izah etmede zorlanmış ve o günlerde bunun cehaletten mi yoksa bir komplodan mı kaynaklandığı üzerinde durulmuştur. Baskülle tartılıp, ot fiyatına satılan tarihi belgelerden bir kısmının sokaklara dökülüp çocukların ve çöpçülerin eline geçmesi ve bu durumun Ankara’ya bildirilmiş olmasına rağmen, dönemin İstanbul Defterdarı Şefik Beyin hala “satılan evrakın yazısız, kıymetsiz kâğıt parçaları ve eski cetveller olduğunu”(13) iddia etmesi adeta hayretle karşılanmıştır.
Bir kısım gazeteler bazen kara mizah örneği olarak, mahzenlerde bulunan evraklar için “aman görmesinler satarlar”(14) veya tarihi belgelerin satılmasını “ister inan ister inanma”(15) şeklinde okuyucularına duyururken, Milliyet Gazetesi, olayı Köprülüzade Fuat Beyin ağzından;
“…bu memleketin haysiyeti maneviyesi için en büyük cürümdür. Dünyada hiçbir milletin kendi tarihi vesaikini sattığı görülmemiştir. Ortada bir salahiyeti tecavüz meselesi vardır. Bu satış ancak sevki cehaletle yapılmıştır”(16) şeklinde okuyucularına duyurmuştur.
O dönemdeki bazı gazete haberlerinde ise satışın cehaletten çok bir komplo olma ihtimali üzerinde durulmuştur. Milliyet Gazetesinin 21 Mayıs 1931 tarihli sayısında, satılan evrakların bakkal ve saire eline geçmemesi için Maliye Vekâletinin evrakı alana, bunu yurtdışına çıkarma şartını koyması, ihalenin İzzet Bey adında bir müteahhitte kalmasına rağmen, onun namına bir Musevi’nin evrakı tesellüm etmesi konularına değinmiştir. Yine Osmanlı döneminde Manastır milletvekilliği yapan Galatasaray Lisesi mezunu ve çok iyi Türkçe konuşan Bulgar Generali (albay) Pancedorf’un, (Panço Doref) evrak satılmadan önce Bulgar tarihi ile ilgili olarak Osmanlı Arşivlerinde araştırma yapmasıyla, evrakın Bulgaristan’a satılması arasında bir bağlantının olabileceği ihtimali üzerinde durulmuştur.(17)
Bu iddialardan sonra, çok garip bir şekilde Milliyet Gazetesi “anlaşılıyor ki bu meselenin iç yüzü evvelce yazıldığı şekilde değildir” ifadeleriyle ağız değiştirerek, satış işlemini yapanlardan birinin “Ayrılan evrak Arap harfleriyle yazılıdır, Bunların içinde Tuna ve Silistre’ye ait hesap defterleri varsa da kıymetsizdir” şeklindeki sözlerini sütunlarına taşımış(18) ve daha sonraki yayınlarını da bu doğrultuda sürdürmüştür.
3. Arşivlerin Satılmasında Maliye Bakanlığının Sorumluluğu
Aslında olup bitenler cehaletten ziyade tarihi yok etmeye yönelmiş bir planın uygulanması ve bu işi yapanların suçüstü yakalanması şeklinde yorumlanmıştır. Bulgaristan’a satılan evrakları arabalara yüklenirken gören ve bunu gazetesine taşıyarak Türkiye’nin bu olaydan haber olmasını sağlayan İbrahim Hakkı Konyalı’ya(19) göre bu olay ihtimalin ötesinden tamamen bir komplodur. İbrahim Hakkı bu düşüncelerini 1982 yılında Köprü Dergisine verdiği röportajında şöyle dile getirmektedir;(20)
“Hazine-i Evrakta dedelerimizin fethettiği Balkanlar ve Avrupa ülkeleriyle ilgili vesikaların bulunduğunu öğrenen bir Bulgar albayı, Cumhuriyetten sonra İstanbul’a gelmiş ve maddi menfaatler karşılığında temin ettiği bazı adamların yardımıyla en mühim evrakların bulunduğu Maliye-i hazine Evrakına girmeye muvaffak olmuştu. Bu adam Hazine Evraktaki “yıpranmış, işe yaramaz evrak” diye rapor ettirerek satın almış. Hem de öyle ki vesikaların yurt dışına şartını da mukavelenameye koydurmuş. Evrakların 1931 yılında kuru ot ve paçavra fiyatına satılarak ot balyaları gibi çemberlenmiş halde vagonlarla gönderilişine şahit oldum. Hemen alakadar kimselere müracaat ettim. Defterdarlığa da bir dilekçe vererek bunları okkasını on kuruşa satın alacağımı kıymetli olanlarını müzeye hediye edeceğimi söylediğim halde vagonlarla sevkıyatı durduramadım.”
Muallim Cevdet’in “20. asırda Hülâkû faciası”(21) dediği ve her yönüyle tarih kıyımı olan olayın meydana gelmesinde, dönemin Maliye Bakanı Mustafa Abdulhalik Renda, Müsteşar Ali Rıza ve İstanbul Defterdarı ve defterdarlıktaki diğer kişilerin bilinçli veya bilinçsiz katkıları olduğu görülmektedir. Bu şüpheyi doğrular nitelikteki hususlar aşağıdaki gibidir;
3.1. Maliye Bakanının İtiraf Gibi Açıklamaları
Bulgaristan’a evrak satış işinin Meclis gündemine gelmesi üzerine, Maliye Bakanının soru önergelerine verdiği cevaplar, olayın sıradan ve rutin evrak ayıklanması niteliğinde olduğu şeklindedir. Önceki sayfalarda verilen bu konuşma metni üzerinde durulduğunda aşağıdaki hususlar dikkati çekmektedir;
1. Maliye Bakanı arşivlerin tasnifine başlanma nedenini, yeni harflerin kabul edilmesiyle açıklamaktadır. Muhtemelen Bakanına göre yeni harfler kabul edildiğine göre eski harflerle yazılan şeylerin bir kıymeti kalmamış olmaktadır. Oysa yazı, tarihi belgelerin sadece kayıt şeklidir. Yaşanmış bir olayın Latin, Arap, Çin, Kril veya Resim yazıyla yazımlamasının onun içeriğini etkileme bakımından hiçbir önemi yoktur.
600 yıllık Osmanlı tarihinin Arap harfleriyle yazılması, Türk Tarihini kıymetten düşürecek bir husus olmadığı gibi, bunun geriye doğru düzeltilmesi gibi akıl dışı bir şey de söz konusu olamaz. Bu nedenle harfleri bahane ederek arşivleri satmak, Türk tarihine karşı beslenen olumsuz düşüncelerin bir tezahürü olarak görünmektedir.
2. Bakanın ifadelerinde anlaşıldığına göre; İstanbul’un mahzenlerde bulunan evrak bakanlık için sorun olmuştur. Bu nedenle öncelikle yakılması dönüşülmüş, sonra Bakanlığın elamanları “niye yakalım satarız maliyeye gelir elde ederiz” şeklinde parlak fikirler(!) yürütürken, kimileri satarsak bakkalların eline geçer, biri ola ki yazıları okur, sonra evrakların tarihi değere sahip olduğu anlaşılır, biz de zor durumda kalırız diye düşünmüş olacak ki, sonunda en iyisi mi yurt dışına satalım demişler. Onun içinde sözleşmeye, satılan evrakların yurt dışına çıkarılma şartını koydurmuşlar.
“Zırva tevil kabul etmez” kuralınca mantık ve muhakeme dışı bu açıklamalar, Türk Milletine karşı kurulan açık bir komplonun içinde yer almaktan başka bir şey olmasa gerektir. Bu olaydaki usulsüzlüğe adı karışan Bakanlık Müsteşarı Ali Rıza, mahkemede “Bence mesele o kadar sade ve ehemmiyetsizdir ki…” diye başladığı savunmasını, satılan hazine evrakı için,
“…Ehemmiyetsiz bile olsa(22) beş on kuruşluk bir menfaat için bu evrakın satılması…. En tabi muameleden başka bir şey değildir. … Eğer bu muayyel kıymetli kâğıtlar satılacak yerde yakılacak olsaydı satılmak süretiyle hazinenin elde ettiği beş on kuruşluk menfaat de zayi olmakla beraber kimsenin mesuliyeti de mevzubahis olmayacaktı. Kör ölür badem gözlü olur”(23)
Diyerek hem elindeki incinin kıymetine aklı ermediği için onu darı ile değiştiren horoz misali, kendi dar görüşlülüğünü ortaya koymakta, hem de eğer “evraklar yakılsaydı kimsenin ruhu duymazdı” acı gerçeğine değinerek evrakı neden yakmadığına sanki hayıflanmaktadır. İşgüzarlık örneği olarak bunca rezalete karşılık yargılanma değil takdir beklemektedir. Diğer yandan dönemin Maliye Nezareti, olayın ortaya çıkmasından sonrada bu evrak satma işine hiçbir şey olmamış gibi devam etmiştir. Bu olayın yaşandığı tarihten bir yıl sonra Maliye Bakanlığı Başbakanlığa gönderdiği yazıda (24)
“… Salifülazr emri devletleri gerek mahzenler de ve gerek devairdeki bilumum evraka şamil bulunduğu takdirde tatbikin uzun zaman temadisi halinde bu evrakı koyacak ne dolap ve ne de yer bulmak imkânı kalmayacaktır. Dört seneden beri yanlız vekâleti acizi ile Ankara defterdarlığı Tapu ve Tuz İnhisarı Umum Müdürlüklerine ait evrakın muhafazası için imal ettirilen dolaplar 950 adedine vasıl olmuş ve mahzeni evrak odaların haddi intisabisini çoktan geçmiş bulunmakla beraber badema dolaplar imaline muktazi tahsisat ve müsaade de kalmamıştır...” gerekçeleriyle lüzumsuz evrakın imhası için Başbakanlıktan izin istemiştir.
Bakanlık, devlet evrakı koyacak dolap, dolabı yaptıracak para veya yapılacak dolabı koyacak bina bulamıyor. Dolayısıyla evrakı imha edelim, bu sorundan kurtulalım demeye getirmektedir. Oysa evrakını koyacak dolabı yapmaya gücü yetmeyen devletin devletliğinden bahsedilebilinir mi? Maliye Nezareti bütün bu yaşanan olaylara rağmen adeta milletle dalga geçmektedir. Maliye Nezareti bununla da kalmamıştır. 5 Haziran 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesinin “Aman Görmesinler Satarlar” başlıklı haberinde, Müsteşarın emriyle emvali metrukeden binlerce cilt kıymetli kitabı satışa çıkartmıştır(25).
Hepsi el yazması bu kitapların satışı, kamuoyundan gelen tepkiler nedeniyle durdurulmuştur. Ancak kitapların akıbetinin ne olduğu da bilinmemektedir.
3. Bakanlığın tasnif çalışmasında evrakların değeri günlük yürütülen işlerle ilgili olup olmadıklarına göre değerlendirilmiş, evrakların tarihi değeri akla bile getirilmemiştir. Bu şekilde tasnif edilen evrakların müfettiş raporlarına göre yerinde olmasını, Bakan Bey yapılan işte usulsüzlük olmadığına delil olarak göstermektedir. Oysa mahzenlerde 500–600 yıldan beri bekleyen her evrak için atalarımızda aynı şeyi düşünmüş olsalardı, ortada evrak falan olmaz, hatta Osmanlı devleti olmaz, olsa bile ömrü “bir insan ömründen” öteye geçmeyen, çadırlardan oluşan aşiret/çadır devleti olurdu.
Bakanın tarih şuurundan uzak, geçmişten günümüze gelen bağlantıyı okuma da ki bu garip yaklaşımı, tasnif komisyonu oluşturulurken tarih konusunda uzman hiçbir kurum ve kişinin görüşüne başvurmamasında da kendini göstermektedir. Öte yandan Bakanın, “Vaktiyle bir defa ilanı meşrutiyet akabinde, sonrada mütarekeden evvel tasnif edilmiştir…” diyerek önceden de evrak tasnifinin yapıldığını söylemesi, o günün şartlarında satılmayan evrakın tasniften sonra, “acaba ne yapıldı?” sorusuyla başka yağmaları da hatıra getirmektedir.
4. Maliye Vekilinin evrakları satın alan kişilerle görüşüldüğünü ve giden evrakların tamamının iade edileceğine yönelik açıklamaları samimiyetten uzak, Meclisi ve milleti oyalamadan başka bir şey değildir. Öncelikle bu evrak, Bulgaristan’a sevk edilmeden önce Sirkeci istasyonunda vagonlarda bekletilirken birçok vatanperver şahsın konuyu yetkililere bildirmesi, hatta daha fazla para ödeyerek evrakı satın almayı teklif etmesi ve üstelik tarihi değere sahip olanları müzeye bağışlayacaklarını söylemelerine(26) rağmen sevkıyatı durduramamış olmaları Bakanın sözlerinin samimiyetten uzak ve oyalamaya olduğunu göstermektedir.
Bu oyalamaya yönelik tutum evrakın iade sürecinde de yaşanmıştır. Bir kere hemen alınacak denilen evrak iki yıl sonra ancak geri alınabilmiş, günlerce gümrükte beklemiş ve 1936 yılında kadar içinde ne var ne yok diye balyalar bile açılmamıştır.(27) Diğer yandan giden evrakın çok küçük bir kısmı, yani 40 (bazılarına göre 30) ton veya 200 balya ve 500 sandık evraktan yalnızca 53 balyalık kısmı iade edilmesine rağmen, Bulgaristan nezdinde hiçbir girişimde bulunulmamış, olay unutulmaya terk edilmiştir.
Evrakların çok az bir kısmının iade edildiği, Başvekâlet Müdevvenat Müdürü Emrullah Barkın’nın 10.07.1932 tarihinde Başbakanlığa sunduğu rapora da yansımıştır. Barkın Raporunda;
“…Saniyen evrakın satılışı Bulgaristan’a gidişi ve sebebile kıymetine noksan tarihi olmuştur. Satılan evrakın miktarı rivayete göre otuz ton olduğu halde istirdat olunanı ancak 53 çuval derununda azami yedi sekiz ton tutar. Salisen, bu nakliyattan başka gümrük ardıyalarında aylardan beri sürünmesi bir kat daha perişaniye duçar etmiştir.
Rabian, Bunları tetkike memur edilen komisyonda muhtelif edvare ve mütenevvi mevzulara ait olan bu vesikaların tarihan ve ilmen haiz bulunduğu kıymeti tarih Encümeni ve Müze İdaresi erkânına takdir ve tayin ettirmeden satmak gibi büyük bir gaflet eseri göstermiştir. Enderundan çıkarılan ve yüze yakın sandık derununda olarak on beş sene evvel buraya devredilen evrakta maalesef bu kere satılanlar meyanındadır…” demektedir.
Devlet Arşivleri Eski Genel Müdürü, İsmet Binark, 1993 yılında Bulgaristan’a yaptığı ziyarette, 1931 yılında satılan belgelerin bir kısmının tasnif edilerek Cyril ve Methodius kütüphanelerinde saklandığını bizzat görmüştür. İki ülkenin devlet arşivleri arasında işbirliği anlaşmasının da imzalandığı bu ziyarette Binark, Bulgaristan arşivlerinde 1931 yılındaki satışlarla gelen;
- 350 bin gömlek içerisinde 1 milyon belge,
- 700 adet maliye defteri,
- 405 adet icmal ve mufassal tahrir defteri,
- 200 adet şer’iye sicilinin bulunduğunu tespit etmiştir.
Belgeleri aynen geri alacağız diyen Maliye Nazırı M. Abdulhalik Renda, yaşasaydı buduruma nasıl cevap vereceği gerçekten merak konusu olurdu. ------------------------------------------------------------------------------------------------
13 Vakit, 19 Mayıs 1931, 1,2. sayfalar
14 Cumhuriyet Gazetesi, 5 Haziran 1931, 3. sayfa
15 Son Posta Gazetesi, 24 Mayıs 1931, 3. sayfa
16 Milliyet Gazetesi, 20 Mayıs 1931, 1. sayfa
17 Milliyet Gazetesi, 21 Mayıs, 1931, 3. sayfa
18 Milliyet Gazetesi, 22 Mayıs 1931, 1,6. sayfa
21 Ergin, a.g.e., s.108
24 Bulgaristan’a Satılan Evrak… a.g.e., s. 289-290
25 Cumhuriyet Gazetesi, 5 Haziran 1931, 3.sayfa
26 Son Posta 4 Haziran 1931, 3. sayfa, Köprü Dergisi, Kasım 1982, s.11
27 Açık Söz Gazetesi, 22 Mayıs 1936, 1.2. sayfa
13 Vakit, 19 Mayıs 1931, 1,2. sayfalar
14 Cumhuriyet Gazetesi, 5 Haziran 1931, 3. sayfa
15 Son Posta Gazetesi, 24 Mayıs 1931, 3. sayfa
16 Milliyet Gazetesi, 20 Mayıs 1931, 1. sayfa
17 Milliyet Gazetesi, 21 Mayıs, 1931, 3. sayfa
18 Milliyet Gazetesi, 22 Mayıs 1931, 1,6. sayfa
19 İbrahim Hakkı Konyalı (1894–1984), Mevlana’nın torunlarından olan Konyalı, İlk Türk şimendifercileri arasında yer almaktadır. Batum Ruslardan alındığında oraya gar şefi olarak tayin edildi. Orada Rusça öğrendi. I. Cihan harbinden sonra memuriyetten ayrıldı. Konya’da Hak Yolu isimli bir dergi çıkardı. İntibah Meşriki Hakikat, Tercüman-i Hakikat ve İleri gazetelerinde muhabirlik yaptı. Cumhuriyetten sonra İstanbul’a yerleşti. Orada Son Posta, Tan ve Vatan gazetelerinde fıkra ve tarih yazarlığı yaptı. Daha sonra Tarih adlı dergiyi yayınladı. Piri Reisin haritasını Topkapı Müzesinde ilk kez bulup dünyaya tanıttı. 101 kitap yazdı. Bir çok yerden şilt ve üstün hizmet madalyası aldı. Konya Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kendisine önce fahri doktorluk, ardında Profesörlük unvanı verdi (Kaynak: Köprü Dergisi, Kasım, 1982, s.8)
20 Köprü Dergisi, Kasım, 1982, s.1121 Ergin, a.g.e., s.108
22 Maliye Nezareti Müsteşarının ehemmiyetsiz dediği belgelerin birçoğu altın yaldızlı ve hat sanatının en güzel örneklerini içeren belgelerden oluşmaktadır. İçerdikleri bilgi ve tarihi değerleri ise müsteşarın aklının almayacağı kadar fazladır. Öyle ki Bulgaristan’a ot fiyatına satılan belgelerin sadece bir kısmının 40.000.000 Bulgar levasına Vatikan’a satıldığı söylenmektedir ( Ergin, a.g.e. s.127)
23 Ergin, a.g.e., s.125 24 Bulgaristan’a Satılan Evrak… a.g.e., s. 289-290
25 Cumhuriyet Gazetesi, 5 Haziran 1931, 3.sayfa
26 Son Posta 4 Haziran 1931, 3. sayfa, Köprü Dergisi, Kasım 1982, s.11
27 Açık Söz Gazetesi, 22 Mayıs 1936, 1.2. sayfa
0 yorum:
Yorum Gönder