Son günlerde tüm dünyayı ekonomik kriz korkusu sardı ve hemen hemen tüm devletler, global kriz denen beladan uzak durmanın çarelerini arıyor… Türkiye ise, son yıllarda neredeyse, her on yılda bir, kendi hükümetlerinin idari hataları nedeniyle, dış etkenlerin etkisi olsun ya da olmasın, ekonomik bir kriz yaşayarak, 3-5 sene için elde ettiği birazcık ekonomik kazanımı olmuşsa bile onu da kaybediyor… Atatürk döneminden sonra, yaklaşık bir asıra yakın süredir, diğer alanlarda olduğu gibi, ekonomik alanda da, bata çıka yoluna devam ediyor…
Cumhuriyet döneminden önce Osmanlı döneminde, yaşanmış böyle büyük bir ekonomik kriz var mı acaba? Evet varmış… Osmanlı’nın son döneminde yaşanmış olan bu krizle ilgili ayrıntılara baktığınızda, Osmanlı’da yapılan hataların benzerlerinin, son dönemde Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri tarafından tekrarlandığını ve tarih tekerrürden ibarettir lafının, tam da Türk idarecilerine yakıştığını ve tarihimizden bir türlü ders alamadığımızı göreceksiniz…
“ Dünya ekonomik krizle boğuşuyor. Bizim de aklımıza 1994 ve 2001 krizleri geliyor. Ancak bizim asıl krizimiz bundan 133 yıl önce 1875'te meydana gelmiş ve devletimiz iflas etmişti. 19.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomisi iyice kötüleşmişti. Ekonomik durumu düzeltmek için bir çıkış arandığı esnada İngiltere elçisi Canning'in, Abdülmecid'e sunduğu reform planında, dışarıdan borçlanma hararetle tavsiye ediliyordu.
Bu sıralarda Avrupa'da sermaye fazlası vardı ve bunu kullanacak yer arıyorlardı. 1850'de Osmanlı maliyesi aylıkları ödeyemeyecek duruma gelince, Sadrazam Reşid Paşa ve diğer devlet ileri gelenleri dışarıdan borç almak için harekete geçtiler. Bu duruma karşı çıkan padişahın eniştesi Fethi Paşa, Abdülmecid'i borç almaktan vazgeçirdiyse de, borç antlaşması imzalandığı için Osmanlı İmparatorluğu mukavelenin feshi için 2 milyon 200 bin frank tazminat ödedi.
Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ile Kırım Savaşı'na girdiğinde, bu harbin getirdiği parasal yükü karşılamak için, 1854 yılında savaş esnasında, tarihinde ilk defa dışarıdan borç para aldı. Londra ve Paris'teki Palmer ve Goldschimid isimli iki banka grubundan 3 milyon sterlin borç alındı.
Bu paranın 700 bin sterlinine bankacılık masrafları ve borcun ilk taksiti olarak el konulmuştu. Kalan miktarın tamamına yakını ise Kırım harbi için harcandı.
İlk borcu alan Abdülmecid, bu konuda şunları söylemiştir; "Borç almamak için çok çalıştım. Lakin durum bizi borç almaya mecbur etti. Bunun ödenmesi gelirlerin artması ile bu da ülkenin imarı ile olur".
Alınan ilk borç savaş için harcandığından, bir müddet sonra hem borcu ödemek, hem de diğer ihtiyaçlar için yeniden borç alınmak zorunda kalındı. 1855 yılındaki 5 milyon sterlinlik bu borç oldukça olumlu şartlar altında alınmıştı. Muhtemelen İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'nu borçlanmaya alıştırmaya çalışıyorlardı. Alınan bu borçları bir müddet sonra İngiltere ve Fransa'nın, Osmanlı maliyesini denetleme istekleri izledi. Takip eden yıllarda borçlanma artarak devam etti.
Artık dışarıdan borç alınması Osmanlı devlet adamlarına hem kolay bir yol olarak görünüyor, hem de alışkanlık hâline geliyordu. Alınan borçların yarısı emisyon kaybına uğradığından devletin eline yukarıda zikredilen miktarların sadece yarısı ulaşmıştı. Faiz ödemeleri ve diğer masraflar çıktıktan sonra devlet kasasına ulaşan miktar, borç alınan paranın yüzde otuz üçüdür.
Ayrıca alınan borçlar verimli olarak kullanılamamış, önemli bir kısmı savaş masraflarına, bir kısmı ise saray vs. yapımına harcanmıştır. Bu yüzden vadesi gelen borçları ödemek için yeni kaynaklar meydana getirilemediğinden, tekrar tekrar borç alınmış ve borçlar artarak devam etmiştir. İmparatorluk, bu borç yükünü daha fazla taşıyamadı ve sonunda ilk borç alışından 21 yıl sonra, 1875'- de resmi bir bildiri yayınlayarak 5 yıl süre ile borç taksitlerinin sadece yarısını ödeyebileceğini ilân etti.
Bu aynı zamanda devletin iflasının da ilânıydı. Osmanlı hükümeti vaat ettiği yarım ödemeleri de yapamadı ve 1876 Nisanı'nda borçların ödenmesini tamamen durdurdu. Avrupa kamuoyu borçların ödenmemesi yüzünden 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı'ya karşı bir tavır alarak, Rusya karşısında yalnız bıraktı. Savaş bitene kadar borç meselesi bir müddet gündem dışında kalmıştı.
İkinci Abdülhamid kendisinden önce yapılan hataları düzeltmek için büyük çaba harcadı. Sultan, yabancı devletlere borçlar indirilmediği takdirde hiç kimsenin eline bir şey geçmeyeceğini, elinde tahvil bulunan binlerce Avrupalının her şeyini kaybedeceğini söyledi. Avrupalılar borçlarda indirimi kabul etti. Görüşmeler sonucunda 1881'de Düyûn-ı Umûmiye kuruldu ve maliyesi yabancı kontrolüne girdi.
Düyûn-ı Umûmiye komisyonu İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya, Avusturya- Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu'ndan birer üye ile Galata bankerlerinin bir temsilcisinden oluştu. Düyûn-ı Umûmiye komisyonu imparatorluğun birçok gelir kaynaklığını doğrudan denetim altına aldı. Düyûn-ı Umûmiye idaresi, ilk başta Sirkeci'de bir binada çalışmalarına başladı.
1897'de Cağaloğlu'nda kendisi için yaptırılan büyük binaya -bugünkü İstanbul Erkek Lisesi- taşındı. İstanbul'daki genel müdürlüğe bağlı olarak İmparatorluğun önemli şehir ve bölgelerinde başmüdürlükler açıldı. Bu idarenin kurulmasından sonra Avrupa sanayi çevreleri, Osmanlı İmparatorluğu'na gelerek, ülkedeki birçok yerde -Zonguldak kömür madenleri, Bursa İpek sanayi, alkollü içki üretimi, elektrik, havagazı, su şirketleri- üretimi ellerine geçirdiler. Alıntı : Bugün Gazetesi, Ekim 2008
Zaman, mekan, idareciler ve tefeci kuruluşlar farklı ama, yöntem ve sonuç aynı galiba… Sizce Düyun-u Umumiye ile IMF arasında işlev açısından herhangi bir fark var mı ?...
Cumhuriyet döneminden önce Osmanlı döneminde, yaşanmış böyle büyük bir ekonomik kriz var mı acaba? Evet varmış… Osmanlı’nın son döneminde yaşanmış olan bu krizle ilgili ayrıntılara baktığınızda, Osmanlı’da yapılan hataların benzerlerinin, son dönemde Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri tarafından tekrarlandığını ve tarih tekerrürden ibarettir lafının, tam da Türk idarecilerine yakıştığını ve tarihimizden bir türlü ders alamadığımızı göreceksiniz…
“ Dünya ekonomik krizle boğuşuyor. Bizim de aklımıza 1994 ve 2001 krizleri geliyor. Ancak bizim asıl krizimiz bundan 133 yıl önce 1875'te meydana gelmiş ve devletimiz iflas etmişti. 19.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomisi iyice kötüleşmişti. Ekonomik durumu düzeltmek için bir çıkış arandığı esnada İngiltere elçisi Canning'in, Abdülmecid'e sunduğu reform planında, dışarıdan borçlanma hararetle tavsiye ediliyordu.
Bu sıralarda Avrupa'da sermaye fazlası vardı ve bunu kullanacak yer arıyorlardı. 1850'de Osmanlı maliyesi aylıkları ödeyemeyecek duruma gelince, Sadrazam Reşid Paşa ve diğer devlet ileri gelenleri dışarıdan borç almak için harekete geçtiler. Bu duruma karşı çıkan padişahın eniştesi Fethi Paşa, Abdülmecid'i borç almaktan vazgeçirdiyse de, borç antlaşması imzalandığı için Osmanlı İmparatorluğu mukavelenin feshi için 2 milyon 200 bin frank tazminat ödedi.
Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ile Kırım Savaşı'na girdiğinde, bu harbin getirdiği parasal yükü karşılamak için, 1854 yılında savaş esnasında, tarihinde ilk defa dışarıdan borç para aldı. Londra ve Paris'teki Palmer ve Goldschimid isimli iki banka grubundan 3 milyon sterlin borç alındı.
Bu paranın 700 bin sterlinine bankacılık masrafları ve borcun ilk taksiti olarak el konulmuştu. Kalan miktarın tamamına yakını ise Kırım harbi için harcandı.
İlk borcu alan Abdülmecid, bu konuda şunları söylemiştir; "Borç almamak için çok çalıştım. Lakin durum bizi borç almaya mecbur etti. Bunun ödenmesi gelirlerin artması ile bu da ülkenin imarı ile olur".
Alınan ilk borç savaş için harcandığından, bir müddet sonra hem borcu ödemek, hem de diğer ihtiyaçlar için yeniden borç alınmak zorunda kalındı. 1855 yılındaki 5 milyon sterlinlik bu borç oldukça olumlu şartlar altında alınmıştı. Muhtemelen İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'nu borçlanmaya alıştırmaya çalışıyorlardı. Alınan bu borçları bir müddet sonra İngiltere ve Fransa'nın, Osmanlı maliyesini denetleme istekleri izledi. Takip eden yıllarda borçlanma artarak devam etti.
Artık dışarıdan borç alınması Osmanlı devlet adamlarına hem kolay bir yol olarak görünüyor, hem de alışkanlık hâline geliyordu. Alınan borçların yarısı emisyon kaybına uğradığından devletin eline yukarıda zikredilen miktarların sadece yarısı ulaşmıştı. Faiz ödemeleri ve diğer masraflar çıktıktan sonra devlet kasasına ulaşan miktar, borç alınan paranın yüzde otuz üçüdür.
Ayrıca alınan borçlar verimli olarak kullanılamamış, önemli bir kısmı savaş masraflarına, bir kısmı ise saray vs. yapımına harcanmıştır. Bu yüzden vadesi gelen borçları ödemek için yeni kaynaklar meydana getirilemediğinden, tekrar tekrar borç alınmış ve borçlar artarak devam etmiştir. İmparatorluk, bu borç yükünü daha fazla taşıyamadı ve sonunda ilk borç alışından 21 yıl sonra, 1875'- de resmi bir bildiri yayınlayarak 5 yıl süre ile borç taksitlerinin sadece yarısını ödeyebileceğini ilân etti.
Bu aynı zamanda devletin iflasının da ilânıydı. Osmanlı hükümeti vaat ettiği yarım ödemeleri de yapamadı ve 1876 Nisanı'nda borçların ödenmesini tamamen durdurdu. Avrupa kamuoyu borçların ödenmemesi yüzünden 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı'ya karşı bir tavır alarak, Rusya karşısında yalnız bıraktı. Savaş bitene kadar borç meselesi bir müddet gündem dışında kalmıştı.
İkinci Abdülhamid kendisinden önce yapılan hataları düzeltmek için büyük çaba harcadı. Sultan, yabancı devletlere borçlar indirilmediği takdirde hiç kimsenin eline bir şey geçmeyeceğini, elinde tahvil bulunan binlerce Avrupalının her şeyini kaybedeceğini söyledi. Avrupalılar borçlarda indirimi kabul etti. Görüşmeler sonucunda 1881'de Düyûn-ı Umûmiye kuruldu ve maliyesi yabancı kontrolüne girdi.
Düyûn-ı Umûmiye komisyonu İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya, Avusturya- Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu'ndan birer üye ile Galata bankerlerinin bir temsilcisinden oluştu. Düyûn-ı Umûmiye komisyonu imparatorluğun birçok gelir kaynaklığını doğrudan denetim altına aldı. Düyûn-ı Umûmiye idaresi, ilk başta Sirkeci'de bir binada çalışmalarına başladı.
1897'de Cağaloğlu'nda kendisi için yaptırılan büyük binaya -bugünkü İstanbul Erkek Lisesi- taşındı. İstanbul'daki genel müdürlüğe bağlı olarak İmparatorluğun önemli şehir ve bölgelerinde başmüdürlükler açıldı. Bu idarenin kurulmasından sonra Avrupa sanayi çevreleri, Osmanlı İmparatorluğu'na gelerek, ülkedeki birçok yerde -Zonguldak kömür madenleri, Bursa İpek sanayi, alkollü içki üretimi, elektrik, havagazı, su şirketleri- üretimi ellerine geçirdiler. Alıntı : Bugün Gazetesi, Ekim 2008
Zaman, mekan, idareciler ve tefeci kuruluşlar farklı ama, yöntem ve sonuç aynı galiba… Sizce Düyun-u Umumiye ile IMF arasında işlev açısından herhangi bir fark var mı ?...
0 yorum:
Yorum Gönder