TSK’nin şubat ayı içerisinde, Kuzey Irak’da bulunan PKK terör örgütü mensuplarına karşı icra ettiği, sekiz gün süren, “Güneş Operasyonu“ sonrası, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bundan böyle terör örgütü kamplarına yönelik olarak, 1990'lı yıllarda olduğu gibi kapsamlı ve uzun süreli kara operasyonlar yapmak yerine ; Özel kuvvetler ya da komandolardan oluşan birliklerle, alınacak istihbarat üzerine nokta hedeflere baskın yaptıktan sonra dikkat çekmeden geri dönülmesi şeklinde gerçekleşecek olan "Akıncı" tipi operasyonlar düzenleyeceği şeklinde yorum ve haberler yer alınca, Osmanlı Ordusu’nda, günümüzde “ Özel kuvvetler veya “ komando “ birliklerinin o dönemdeki bir benzeri olan “ Akıncılar “ hakkında bilgi araştırayım dedim…
İşte Osmanlı Devleti’nde akıncı birliklerinin ortaya çıkışı, kabiliyetleri, yaptıkları görevler ve Osmanlı Devleti’nin son döneminde ortadan kaldırılışı ile ilgili bilgiler…
Akıncıların vazifesi, başlarındaki beylerin önderliğinde sınır muhafazasına çalışmaktı. Akıncılar, bulundukları toprakları korumakla birlikte gelebilecek saldırılara ve tehditlere karşı caydırıcı bir güç konumundaydılar. Avrupalıların sonraki asırlarda kurduğu özel komando birliklerini akıncılardan ilham alarak oluşturduğuna dair rivayetler vardır.
Akıncılığın temelinin Osman Gazi döneminde, Köse Mihal tarafından atıldığı söylenir. Orhan Gazi zamanında daimi piyade ve süvari askerlerinin teşkiline kadar hep akıncılar kullanılmıştı. Osmanlı uç beyliğinin kısa sürede devlet haline gelmesi de, akıncılar sayesinde olmuştu. Akıncılığın bir ocak şeklinde kurulmasında Evrenos Beyin büyük emeği olmuştu.
İlk zamanlar akıncı beylerinin çoğu, Osman Gazinin yoldaşları olan kumandanların çocuklarıydı. Akıncı beylerinin yetkileri çok geniştir, onlar istediklerini ocağa alır istemediklerini de ocaktan çıkarabilirlerdi. Divan-ı Hümayun bu işlere hiç karışmazdı. Çok güvenilen akıncı beyi büyük bir selahiyete sahipti, emirleri doğrudan doğruya padişahtan alırdı.
Akıncı beylerinin rütbeleri sancak beyi seviyesindeydi. Akıncı eri, yüzlerce defa canını ortaya koyduğu için, diğer birçok ocağın subayından imtiyazlıydı. Akıncılar içerisinde fedai, dalkılıç, serdengeçti, deli, azap, gönüllü, beşli gibi şahıs ve grup isimleri vardı. Küçük rütbeli akıncı zabitlerine toyca veya taviçe denirdi. 16. yüzyıl sonlarında 40 bin olan akıncı mevcudu, zaman içerisinde artma ve azalmalar göstermiştir.
Akıncılar, yakaladıkları esirlerden aldıkları bilgileri merkeze iletirlerdi. Akınlar, katılan akıncı sayısına göre isimler alırdı. 100 kişiden az akıncıyla yapılana çete, 100’den fazla kişiyle yapılana haramilik, akıncı beyinin kumandası altında yapılana ise, akın denirdi.
Silah ve teçhizatları uygun olmadığından, akıncılar kale kuşatmasına katılmazlardı. Ancak akıncı fedailerinden serdengeçtiler, kuşatılmış kaledeki düşmanın arasına dalarlardı.
Akıncılar, sürekli ordu birliklerine dahil değildi. Rumeli’de serhat boylarına yakın yerlerde yaşayan akıncılar, sınır bölgelerinde pürüz çıkaran düşman memleketlerine ani baskınlar tertipleyerek onları yıpratırlardı.
Bu gruplar içerisinde en ilginci deli adı verilendi. Düşmanı görünce adeta deliye dönen bu grubun mensuplarını kimse durduramazdı. Ordu ile sefere iştirak ettiklerinde, savaşın en ön safında yer alır ve düşmana ilk onlar saldırırdı. Bu gruptan olanlar bazen hiçbir silâh kullanmaz, sadece kendilerini savunmak için yanlarında bulundurdukları kalkanlarla düşmanın içerisine dalar, kendilerine yapılan kılıç hamlelerini kalkanlarıyla savuşturup, mermere vurarak sertleştirdikleri o koca elleriyle düşmanın yüzünde şimşekler çaktırırlardı. Topu topu bir avuç deliyle baş edemeyen düşman, geride kendi sayısına yakın Türk ordusunu görünce paniğe kapılır ve birer ikişer kaçışırdı.
İşte Osmanlı Devleti’nde akıncı birliklerinin ortaya çıkışı, kabiliyetleri, yaptıkları görevler ve Osmanlı Devleti’nin son döneminde ortadan kaldırılışı ile ilgili bilgiler…
Akıncıların vazifesi, başlarındaki beylerin önderliğinde sınır muhafazasına çalışmaktı. Akıncılar, bulundukları toprakları korumakla birlikte gelebilecek saldırılara ve tehditlere karşı caydırıcı bir güç konumundaydılar. Avrupalıların sonraki asırlarda kurduğu özel komando birliklerini akıncılardan ilham alarak oluşturduğuna dair rivayetler vardır.
Akıncılığın temelinin Osman Gazi döneminde, Köse Mihal tarafından atıldığı söylenir. Orhan Gazi zamanında daimi piyade ve süvari askerlerinin teşkiline kadar hep akıncılar kullanılmıştı. Osmanlı uç beyliğinin kısa sürede devlet haline gelmesi de, akıncılar sayesinde olmuştu. Akıncılığın bir ocak şeklinde kurulmasında Evrenos Beyin büyük emeği olmuştu.
İlk zamanlar akıncı beylerinin çoğu, Osman Gazinin yoldaşları olan kumandanların çocuklarıydı. Akıncı beylerinin yetkileri çok geniştir, onlar istediklerini ocağa alır istemediklerini de ocaktan çıkarabilirlerdi. Divan-ı Hümayun bu işlere hiç karışmazdı. Çok güvenilen akıncı beyi büyük bir selahiyete sahipti, emirleri doğrudan doğruya padişahtan alırdı.
Akıncı beylerinin rütbeleri sancak beyi seviyesindeydi. Akıncı eri, yüzlerce defa canını ortaya koyduğu için, diğer birçok ocağın subayından imtiyazlıydı. Akıncılar içerisinde fedai, dalkılıç, serdengeçti, deli, azap, gönüllü, beşli gibi şahıs ve grup isimleri vardı. Küçük rütbeli akıncı zabitlerine toyca veya taviçe denirdi. 16. yüzyıl sonlarında 40 bin olan akıncı mevcudu, zaman içerisinde artma ve azalmalar göstermiştir.
Akıncılar, yakaladıkları esirlerden aldıkları bilgileri merkeze iletirlerdi. Akınlar, katılan akıncı sayısına göre isimler alırdı. 100 kişiden az akıncıyla yapılana çete, 100’den fazla kişiyle yapılana haramilik, akıncı beyinin kumandası altında yapılana ise, akın denirdi.
Silah ve teçhizatları uygun olmadığından, akıncılar kale kuşatmasına katılmazlardı. Ancak akıncı fedailerinden serdengeçtiler, kuşatılmış kaledeki düşmanın arasına dalarlardı.
Akıncılar, sürekli ordu birliklerine dahil değildi. Rumeli’de serhat boylarına yakın yerlerde yaşayan akıncılar, sınır bölgelerinde pürüz çıkaran düşman memleketlerine ani baskınlar tertipleyerek onları yıpratırlardı.
Bu gruplar içerisinde en ilginci deli adı verilendi. Düşmanı görünce adeta deliye dönen bu grubun mensuplarını kimse durduramazdı. Ordu ile sefere iştirak ettiklerinde, savaşın en ön safında yer alır ve düşmana ilk onlar saldırırdı. Bu gruptan olanlar bazen hiçbir silâh kullanmaz, sadece kendilerini savunmak için yanlarında bulundurdukları kalkanlarla düşmanın içerisine dalar, kendilerine yapılan kılıç hamlelerini kalkanlarıyla savuşturup, mermere vurarak sertleştirdikleri o koca elleriyle düşmanın yüzünde şimşekler çaktırırlardı. Topu topu bir avuç deliyle baş edemeyen düşman, geride kendi sayısına yakın Türk ordusunu görünce paniğe kapılır ve birer ikişer kaçışırdı.
Bu delilerin bir kısmı eğersiz ata biner, bir kısmı da akşama kadar ellerini mermer gibi sert cisimlere vurarak nasır bağlatırdı. Kat kat nasır bağlamış bu eller, düşman için kılıçtan daha tesirli bir silah olurdu. Deli adıyla anılan bu süvariler, 15. yüzyıl sonlarından itibaren istihdam edilmişlerdir. Önceleri sadece Avrupa’daki sınır boylarında kullanılan deliler, bayrak adı altında 60’ar kişilik ocaklara ayrılırdı. Başlarındaki kumandanlarına Delibaşı denirdi. Delibaşın altında gönüllü Ağası ve bölük Ağası gibi zabitler vardı. Deli süvarisi olmak isteyen, cesaretiyle kendini ispatlamak zorundaydı. 16. yüzyılda kurt, sırtlan, pars gibi vahşi hayvan derilerinden yapılmış elbiseler giyen delilerin, atları da akıncılarınki gibi çevik ve dayanıklıydı. Delilerin silahları ise, akıncılarınki gibi kılıç, kalkan mızrak, balta ve bozdoğandı.
Akıncılığa kabul edilmek çok zordu. Bunun için doğrudan doğruya beyin rızası gerekirdi. Zira kötü bir akıncı, birliğin mahvına sebep olabilirdi. Çok süratli intikal, seri hareket, harikulade süvarilik, fevkalade silahşorluk bu işin olmazsa olmazlarındandı.
Bazı istisnalar haricinde akıncılık, babadan oğula geçerdi. Akıncılar savaş zamanlarında ordudan önce düşman arazisine girerek, orduya yol açar ve kurulması muhtemel pusuları bozardı. Akıncılar düşman topraklarına girecekleri zaman, kademeli olarak birkaç bölüme ayrılır, ilk kuvvetin karşısına mukavemet eden bir düşman çıkarsa, arkadakiler yetişip ona yardım ederdi. Akıncıların hücumları ani ve sert olduğundan, hemen her zaman düşman kuvvetlerini sarsıp dağıtırdı. Ayrıca ordunun yolu üzerindeki hububat muhafazasını sağlamak, esirler vasıtasıyla düşmandan haber toplamak, köprü ve geçit gibi yerleri emniyet altında tutmak da akıncıların vazifeleri arasındaydı.
Akıncı olabilmenin şartlarından birisi de, Osmanlı Türk ’ü olmaktı. Devşirmelerin devletin her kademesine, hatta sadrazamlığa kadar, yükselebilme imkanı varken, akıncı olmaları imkansızdı. Akıncı adayları, akıncılığa seçilebilmek için, imam, köy kethüdası veya dürüst birini kefil göstermek zorundaydı.
Akıncı ordu birlikleri diğer ordu ocakları gibi komuta kademesine bölünürdü. Her on akıncıyı onbaşı, yüz akıncıyı subaşı, bin akıncıyı da, binbaşı komuta ederdi. Bir hareketin akın adını alabilmesi için, bu akına beyinin katılması gerekiyordu.
Bu komuta zincirini, bütün kuvvetlerin başında olan akıncı beyi tanımlardı. Akıncı beyini devlet tayin ederdi. Bu önemli kumandanlık uzun süre Mihaloğlu, Evrenosoğlu, Turhanoğlu ve Malkoçoğlu gibi ünlü akıncı ailelerinde kalmış ve babadan oğula intikal etmiştir. Mihaloğlu, Sofya’da; Evrenosoğulları, Arnavutlukta, Turhanoğulları, Mora’da; Malkoçoğulları da Silistre dolaylarında bulunurlardı. Osmanlı’da akıncılar, merkezi idareye bağlı değildi. Sınır boylarında ocaklar halinde teşkilatlandırılmıştı. Her mıntıkanın kumandanı ayrıydı ve akıncılar mensup oldukları sülalenin ismiyle anılırdı.
Akıncıların en yiğitleri dalkılıç ve serdengeçti adı ile anılırdı. Bunlar akıncıların fedai kısımlarıydı. Bu fedailerin düşman içine dalmak ve muhasara altında bulunan bir kaleye girmek gibi çok zor görevleri vardı. Bu yiğitlerin çoğunun böyle bir vazifeden geri dönme ihtimalleri azdı. İhtiyar Cezzar Ahmet Paşa karşısında ilk yenilgisini tadan Napolyon’un şu sözleri, Osmanlı askerini anlamak açısından manidardır ;
“ Osmanlı askerini dalkılıç olmaya mecbur edecek kadar sıkıştırmak el vermez, bir kere dalkılıç olmayı göze almış birkaç yüz adam meydana çıkarsa, mağlup olmamak mümkün değildir. “
Akıncılar, ordunun genellikle beş günlük mesafe ilerisinde yol alırlardı. Bir düşman ordusuna dalmak gerektiği zaman, bu vazifeyi yapacaklar ordudan ayrılır, düşmanı vurmak icabeden yere kadar giderler, ani ve şiddetli şekilde düşman saflarına dalarlardı. Bunun neticesinde düşman şaşırır ve bozguna uğrardı.
Düşmanın iktisadi ve manevi yapısını alt üst ederek savaşın kazanılmasında önemli rol oynayan akıncıların akın taktiği şöyleydi ;
Akıncı ordusu belirli bölümlere ayrılır, ayrılanlar da daha küçük birliklere bölünerek yollarına devam ederdi. Sefer yapılacak ülkede her birliğin ele geçireceği şehir ve kasabalar önceden kararlaştırılır, dönüşte birlikler gene belirli yerlerde, fakat daha önce ayrıldıkları mevkilerde olmamak üzere birleşerek, vatan topraklarına dönerdi. Bu durum düşman ülkesini korku içerisinde bırakırdı. Kasırgalar gibi esip geçen akıncıların, ne zaman, nerede ortaya çıkacakları hakkında yüzlerce söylenti çıkardı.
Devlet tarafından akıncıların isimlerini, eşkallerini ve tımara sahip olanların listelerini gösteren bir defter tutulurdu. Defterler iki nüsha halinde tanzim edilir, bunlardan biri merkezdeki defterhanede, diğeri de akıncıların bulundukları eyalet veya sancakların kadılıklarında muhafaza edilirdi. Böylece herhangi bir yolsuzluğa meydan verilmezdi. Her akın sonunda şehit veya malullerin yerine, kuvvetli gençler akıncı olarak kaydedilirdi. Akıncılara tahsis edilen bir maaş yoktu. Elde ettikleri ganimetlerin 1/5’ini pençlik (humus) vergi olarak verdikten sonra, kalanlarla geçimlerini temin ederlerdi. Bazılarının ise tımarları (işleyebilecekleri toprakları) vardı.
Akıncıların atları hızlı, dayanıklı ve süratli olanlardan seçilirdi. Akıncılar sefere çıkarken yanlarında dört-beş at götürürler, yorulan atları konak yerlerinde bırakarak, hız kaybetmeden yollarına devam ederlerdi.
Akıncılar yağma gayesiyle düşman içine giren ve talanla hayatlarını geçiren bir topluluk değildi. Onlar, kendilerine kılıç çekmeyene kılıç çekmez, aman dileyene dokunmazlardı. Serhat topraklarında yaşayan akıncıların pek çoğu, Avrupa ve Balkan dillerini bilen, aynı zamanda bilgili ve kültürlü insanlardı.
Akıncılar, baştan neyi kabul ettiklerini çok iyi biliyor, ölümle kol kola hayatlarını devam ettiriyor ve bunu sırf Allah rızasını kazanmak uğruna yapıyorlardı. Akıncılar, gönüllerindeki aşk ve heyecanla kendilerini devletin milletin ve dinlerinin bekasına adamış, gerektiğinde canını vermekten çekinmeyen fedailerdi.
Gerektiği yerde düşmana fiilen karşı koyma, halkın can ve mal güvenliğini koruma ve bu uğurda savaşma, akıncıların vazgeçilmez hayat tarzıydı.
Osmanlı Devleti, kimsenin hakkına tecavüz edip, kimseyi ezmezken; ezilmemeye, zulme uğramamaya da dikkat ediyordu. Bunun için Payitaht’ta ordu savaş için hazırlanırken, hafif piyade birliği olan akıncılarla zaman kazanılıyor, ani baskınlara karşı teyakkuzda olunuyor ve sınır muhafaza ediliyordu. Akıncılar, Fatih Sultan Mehmet’in şu sözlerini kendilerine düstur ediniyor gibidir : “ Bu zahmet din yolunadır, ahirette Allah huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek, bize gazi demek yalan olur. ” Yine şanlı padişah Fatih Sultan Mehmet : “ Üstümüze kılıç çekilmedikçe, ülkemize girilmedikçe, teb’ama cefa edilmedikçe bizden kimseye zarar gelmez. ” derken, onun akıncıları da aksini yapamazdı zaten...
Uzun mesafeleri, kısa sürede koşabilecek şekilde yetiştirilen ve birçok meziyeti olan akın atlarının eskisi kadar yetiştirilememesi, bu teşkilatın zayıflama sebeplerindendir. Fetihler döneminin sona ermesi ve duraklama devrinin başlaması ile akıncılar görülmez olmuştur. 1595 yılında Koca Sinan Paşa’nın Eflak’ta Prens Mihal’e yenilmesi üzerine Tuna’nın öte yakasında kalan akıncıların ve akın atlarının pek çoğu telef olmuştur. 16.yüzyıldan itibaren sayıları iyice azalan akıncılar, geri hizmetlerde kullanılmaya başlanmıştır. Akıncıların yerini bu dönemden sonra Kırım Hanlarının emri altındaki Tatar askerleri almıştır. Akıncı adı 1826 yılında resmen ortadan kalkmıştır.
Akıncıların parolası, “ Yazılan başa gelir ” idi. Yazılan mademki başa gelecekti, ölümden korkmak niyeydi ? Bu yiğitler gözlerini budaktan sakınmaz, her yerde şehadeti ararlardı. Çiftçilerin ellerindeki tohumları toprağın altında çürümeyeceğine inandıkları ve ellerindeki tohumları tereddüt etmeden toprağın bağrına saçıp beklemeye durdukları gibi, akıncılar da yapmış oldukları güzel işlerin karşılığını mutlaka göreceklerine inandıklarından, hayatlarını Hakk’ı korumaya ve ülkelerini savunmaya adamışlardı.
Osmanlı döneminde, akıncılarıyla düşmanlarına korku salan Türk Ordusu, umarım, asırlar sonra, günümüzde, 30.000 şehit vererek mücadeleye devam ettiği, terör örgütleri ve onların mensuplarına, Akıncılar gibi tertemiz, şerefli ve kahraman mehmetçikleriyle, dedelerinin kullandığı akıncı taktikleri ile ağır darbeler vurur ve bu terör belasının sonsuza kadar hortlayamayacak şekilde yok eder…
Güneş operasyonu ile birlikte, bugüne kadar icra edilmiş diğer operasyonlarda ve tüm tarihimiz boyunca, Türk milletinin selameti içi çarpışmış tüm askerlerimize selam, şehitlerimize rahmet ve gazilerimize saygılar sunuyoruz…
TSK’ni de, yapmış olduğu başarılı operasyonlar nedeniyle kutluyor, askerlerimize, kutsal görevlerinde başarılar diliyoruz…
0 yorum:
Yorum Gönder